WUSHUANG // PEERLESS 4 BÖLÜM
Suikastçı,
kendisine verilen görevi tamamlamaya kararlıydı.
Kılıcı
hedefe doğru salladığında zafer kazanacağını sanmıştı.Bu kılıç altını ezebilen
ve yeşimi kesebilen cinstendi. Kemik ne kadar güçlü olursa
olsun bu kılıçla boy ölçüşemezdi.
Suikastçı
başlangıçta tereddüt etmişti-karşısındaki kişi zayıf ve hasta
görünüyordu. Ancak efendisinin emirlerini yok sayamazdı. Bu hasta adam ölmezse,
kendi hayatından olacaktı.
Adamın
yüzü bir hayalet kadar solgundu. Uzun süredir hasta olduğuna şüphe yoktu. Ancak
kanı aktığında bu ruhsuzluk ortadan kalkacaktı, kesinlikle hayranlık uyandıran
bir manzara ortaya çıkacaktı.
Suikastçı
kendi kendine düşündü. Bu tür olayları çok kez görmüştü. Ancak, sonraki
saniyede tüm planları suya düştü.
Suikastçının
gözleri birdenbire ortaya çıkan bir el görünce fal taşı gibi açıldı.
El oldukça
kuvvetli birisine aitmiş gibi görünüyordu, tırnakları temiz ve düzenliydi,
kemikleri kusursuz ve sağlıklıydı. Teninin rengi bile beyaz ve parlaktı. Başka
bir gün olsa,eli kesip birkaç gün daha yanında tutar ve sonra onu atardı.
Ama şimdi, bunu yapma arzusu yoktu.
Tam
saldıracakken sadece iki parmak şıklatmasıyla kılıcı ortadan ikiye
ayrıldı! Suikastçı ilk başta buna inanamadı. Sonrasında acele ederek
oradan kaçmaya çalıştı. Hayatı tehlikede olan, her zaman kendi içgüdülerine
güvenen herkes ne olursa olsun kendisine yöneltilen yumruktan kurtulmayı
başarmalıydı.
Ama
bunların hepsi sadece başlangıçtı. Düşmanı acımasızca onu kovalamaya devam
ediyordu Yalnızca çıplak elleriyle silahlanmış beyazlı adam, suikastçı
kılıç kullansa bile onunla eşit şekilde savaşıyordu.
Dövüştükleri
zaman hareketleri sıradan insanların gözlerinin takip edemeyeceği kadar
hızlıydı. Ancak dövüşleri o kadar şiddetliydi ki birçok kişi şindiden yere
yığılmıştı.
İlk başta
tapınak insanlarla doluydu ama şimdi herkes kaçmıştı. Geriye sadece birkaç genç
Taocu rahip kalmıştı ama onlar bile sütunların arkasına saklanmıştı.
Cui-daozhang, kaskatı kesilecek kadar korkmuştu, olduğu yerde oturuyor ve
hareket edemiyordu.
Suikastçı,
sadece bir bakışta beyazlı adama karşı kazanamayacağını anladı. Dişlerini
gıcırdattı ve kararını verdi. Kılıcını gücünün çok azı ile adama fırlattı. En
azından adamı dizginleyebilir ve zaman kazanabilirdi.
Ancak bu,
kaçması için yeterli bir zaman değildi, bu yüzden suikastçı yerde oturan kişiye
saldırdı.
Bir
gölge kadar hızlıydı. Cui-daozhang, iki eliyle yerdeki bedeni destekleyerek
gözlerini genişletti. Ayağa kalkmak istedi ama vücudu şok nedeniyle tepki
vermedi, ondan kaçamadı.
"Hain!
Bugün ölmesi gereken kişi sensin!"
Bu
görüntüden mi yoksa adamın sözlerinden mi emin değildi ama Cui-daozhang'ın yüzü
soldu ve birkaç kez öksürdü.
Aniden,
suikastçı hareket edemez hale geldi. Aşağı baktığında, bir kılıç parçasının
onun bedenini delip geçtiğini gördü.
Feng Xiao
bir ayağıyla cesedi diğer tarafa tekmeledi. Yerdeki kan damlalarına bakarken
bir şeyler düşünüyordu,bir daire çizdi ve henüz kendine gelemeyen
Cui-daozhang'a döndü.
"Sen
Cui Buqu musun? "
Bir suçluyu
sorguluyormuş gibi görünüyordu.
Genç
rahipler sonunda akıllarını başlarına topladılar ve saklandıkları yerlerden
çıktılar.
Cui Buqu
birkaç kez öksürdü ve gençlerin yardımıyla ayağa kalktı. Sade bir cübbe
giymişti, gözleri adamla buluştu.
"Evet,
ben Cui Buqu'yum. Beni kurtardığınız için çok teşekkür ederim. Adınızı
öğrenebilir miyim?"
Feng Xiao,
rahibe doğru birkaç adım attı. Güneş başının üstünde parlıyor, güzelliğini öne
çıkarıyordu.
Cui Buqu her
yeri gezmişti. Yediği pirinç tanelerinden daha fazla insan görmüş olmasına
rağmen, Feng Xiao dikkatini çekmeyi başarmıştı.
O kişinin
gözleri keskindi, sanki karşısına çıkıp vücudunda iki delik açabilecekmiş
gibiydi. Cui Buqu bunu hissedebiliyordu.
"Sizi
rahatsız edecek bir şey mi söyledim? Öyle olsa bile yine de yardımınız için
minnettarım."
Feng Xiao,
"Neden seni öldürmeye çalışıyordu?"
Cui Buqu
"Bilmiyorum"
Feng Xiao,
"Ölmeden önce sana hain dedi!"
Cui Buqu,
"Onu gerçekten tanımıyorum. Bunu neden söylediğini de bilmiyorum, belki de
beni başka birisiyle karıştırdı"
Feng Xiao
hafifçe gülümsedi, "Zixia Tapınağı bu şehirdeki tek tapınak değil ve sen
de tek rahip değilsin. Neden diğerlerini değil de seni karıştırdı?"
Cui Buqu'nun
yüzü daha da solgunlaştı, "Bunu ona sormalısınız. Ben nereden
bileyim?"
Feng Xiao
soğuk bir şekilde cevap verdi, "Ölülere sormak imkansız. Bu yüzden sadece
yaşayanlara sorabilirim. Yakalayın "
Konuşur
konuşmaz, yedi ila sekiz adam onu kuşattı.
İki adam
yürüdü ve Cui Buqu ile orada bulunan diğer genç rahipleri tutukladı.
Direnmemişlerdi.
Cui Buqu
öfkeyle, "Siz kimsiniz, insanları istediğiniz zaman nasıl
tutuklayabilirsiniz! Sui' de artık kanun işlemiyor mu ?!"
"Haklısın.
Birinden şüphelendiğim zaman onu yakalamam gerekir. Kim olduğumu bilmek
ister misin?"
Feng Xiao
öne çıktı, Cui Buqu'nun çenesini tuttu ve ardından gözlerine bakması için
başını yukarı kaldırdı.
"Yalnızca
bir kez konuşacağım, bu yüzden dikkatle dinle Adım Feng Xiao-Jiejian
Bürosundanım"
Sui
İmparator'u Yang Jian tahta çıktığında üç departman ve altı bakanlık kurmuştu.
Dahası, Ovaların ve Göktürklerin bir kaos halinde olduğunu biliyordu. Güçlerini
pekiştirmenin bir yolu olarak, sadece emirlerine cevap veren altı bakanlııkla
birlikte Jiejian Bürosunu da kurmuştu. Görevleri son derece gizli olmasına ve
çok az kişinin onlar hakkında bilgi sahibi olmasına rağmen, Jiejian Bürosu
Imparator'un onayını almadan da harekete geçebilecek bir güce sahipti.
Jiejian
Bürosunun içinde, bizzat Sui Imparatoru tarafından hediye edilen bir Kılıç Taşı
vardı. Bazen bazı prensler de dahil olmak üzere kimsenin kılıcını bırakmadan
Büro'ya girmesine izin verilmezdi. Bu, Jiejian Bürosunun ne kadar özel
olduğunun kanıtıydı.
Ovalarda
Hotan büyükelçisinin öldürülmesi alışılmadık bir durumdu.. İmparator bir sorun
çıkacağından korkarak, Hotan elçisini karşılaması için Jiejian'dan özel
bir memur göndermişti. Bu kişi Feng Xiao idi, ancak bir adım geç
kalmıştı- o varana kadar Hotan büyükelçisi Liugong dışında suikasta kurban
gitmişti, bir kadın bir haraç listesiyle birlikte ortadan kaybolmuştu.
Kaçan kişi
haraç listesini çalmıştı, şüphesiz listede belirtilen değerli eşyalardan birini
de almıştı. Hotan Krallığında bir çok güzel ve nadir bulunan yeşim taşları
vardı. Feng Xiao kayıp olan eşyanın Tianchi olduğunu tahmin ediyordu. Ancak bu
işleri daha da karmaşık hale getiriyordu.
Suçlu bunu
epeydir planlıyor olmalıydı. Belki de Göktürkler'di, ya da onlar sadece kılıf
olarak kullanılıyordu.
Hotan'a
gönderilen adam henüz yanıt vermemişti, bu yüzden Feng Xiao tüm dikkatini
Liugong şehrindeki ünlü Taocu rahibe çevirmişti.
"Jiejian
Bürosu'nun Jianghu dünyasında hangi ittifağa bağlı olduğunu öğrene bilir miyim?
Ben gücü ve parası olmayan sade bir insanım, o dünyanın
insanlarıyla nadiren karşılaşırım. Sizi rahatsız edecek ne yaptım?"
Cui Buqu,
Qiushan Saray'ına götürüldü. Diğer muhafızlar onu kaba bir şekilde
sorgulamadılar ve onu zindana atmadılar, tabii ki buna gerek yoktu. Çünkü Cui
Buqu, hiçbir dövüş becerisi olmayan sıradan bir insandı.
Feng
Xiao'nun karşısında oturuyordu. Aralarında bir demlik sıcak çay bile vardı. Cui
Buqu, biraz önce neredeyse ölmek üzere olduğunu hatırladı.
Feng Xiao
tembel bir şekilde, "Fangzhang eyaletindeki Liuli Sarayı'nın bir öğrencisi
olarak, Jiejian Bürosunun ne olduğunu bilmiyor musun?" dedi.
İki parmaklı
bir yeşim taş çıkardı ve Cui Buqu'a fırlattı.
"Bu,
yastığının altında bulundu. Umarım Cui-daozhang bu oyunu daha fazla
sürdürmeye kalkmaz"
Fangzhang
eyaletindeki Liuli Sarayı bağımsızdı. Bu yerdeki öğrenciler dövüş dünyasının
işlerine karışmazlardı. Birkaçı da Ovalara yerleşmiş, sıradan insanların
arasında gezgin olarak yaşıyordu. Liuli Sarayının öğrencileri ile ilgili en
önemli şey, göklerin altında olup
biten her
şeyden haberdar olmalarıydı. Cui Buqu,
Liuli Sarayı'nın bir öğrencisi olduğu için, Jiejian Bürosu gizli bir teşkilat
olsa bile, onu duymaması imkansız olurdu.
Cui Buqu
içini çekti, "Dürüst olmak gerekirse, Jiejian Bürosunu duydum ama ben
sadece sıradan bir insanım ve İmparatorluk işlerine karışmıyorum. Cahil
numarası yaparsam, pek çok beladan kaçınırım diye düşünüyordum. Baş rahip Chau
benim eski öğretmenim, bu yüzden kolaylık olsun diye, onu özgürce ziyaret
edebilmem için bana bu yeşim taşını verdi"
Feng Xiao
bir kaşını kaldırdı. "Öyleyse hangi ittifaktansın? Sen bir Taocusun,
kelimelerle oynuyorsun, atalarını utandırdığını düşünmüyor musun?"
Cui Buqu
dürüstçe yanıtladı. "Başka ne yapabilirim? Taoistlerin de hayatta kalmak
için yiyeceğe ihtiyacı var. Eğer sözlerim yeterince ikna edici olmasaydı, Zixia
Taoist Tapınağı bugün nasıl eski ihtişamına dönebilirdi?"
Feng Xiao,
"Qin Miaoyu,bu isim senin için ne ifade ediyor?"
Cui Buqu,
"O kim?"
Feng Xiao,
"Hotan Büyükelçisi öldürüldü, cariyesi Qin Miaoyu şimdi kayıp. Evlenmeden
önce, Liugong'da ikamet ediyordu. Yeşim Buda Tapınağı'nı ve Zixia Taoist Tapınağı'nı
ziyaret etmeyi seviyordu. İki ay önce, sen Zixia Taoist tapınağına geldin.
Yeteneğine bakılırsa, başka bir tapınağa gidebilirdin, ama neden Zixia Taoist
Tapınağı?"
Fazlasıyla
özgüvenliydi ve git gide Cui Buqu'a yaklaşıyordu. Cui Buqu geri adım
atmak istedi ama omuzlarından tutuldu.
"Erik
Çiçeği Kokusu." Feng Xiao diğer adamın boynuna yaklaşarak kokladı. Alçak
bir tonda konuşmasına devam etti "Yuchi Jinwu'nun arabasındaki kokunun
aynısı. Cariyesiyle ilişkin nedir? Ya da şöyle sorayım kadın kılığına girip
elçiyi öldürdün mü?"
Cui Buqu
güldü, "Bana bir bakar mısınız. Kadın kılığına girsem bile kadın olduğuma
inanan olur mu sizce? Siz yapsanız, size daha çok inanırlar! Kokuya
gelecek olursak, Tapınağa çok insan geliyor, bu yüzden kokunun nereden
üstüme sindiğini bilmiyorum"
Feng Xiao
sert bir bakışla ona baktı.
Adam geri
adım atmamasına ve masummuş gibi davranmasına rağmen, Feng Xiao'nun ona karşı
herhangi bir kanıtı yoktu. Ancak Cui Buqu'nun tepki verme şekli fazla sakindi,
bu yüzden ondan şüpheleniyordu.
Cui Buqu,
Zixia Taocu Tapınağına gelmeden önce ne yapıyordu ve nereden gelmişti?
Liuli öğrencileriyle nasıl temasa geçiyordu? Her şey bulanık, belirsiz ve
anlamsızdı.
"Anlıyorum.
Yani Cui-daozhang, hala dürüst davranmaya devam ediyor?"
Feng Xiao
onu itti.
Sonra Cui
Buqu'nun vücudundaki tozun giysilerini kirleteceğinden korkuyormuş gibi, elini
sallayarak kendi kıyafetlerini silkeledi.
"Seni
neden buraya getirdiğimi biliyor musun?"