ASLA BİLEMEYECEĞİ BİR ŞEY 6 BÖLÜM

 "Aptal ve çirkin şey..." diye memnuniyetsizlikle tısladı, devasa bedeni yavaşça yerde kayıyor, ürkütücü bir sürtünme sesi çıkarıyordu. "Onu öldüresiye ısırmalıyım... Açım... Boynunu parçalamalıyım... Kanamasını sağlamalıyım..."

Kısık-kısık, kızgınlıkla dolmuş ses, aynı cümleyi tekrarlayıp duruyordu. İlk başta özel bir anlamı yokmuş gibi görünse de, son otları kazana koyan adamın hafifçe kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Ancak bu, konsantrasyonunu etkilememişti. Renk ve kokudaki değişimleri dikkatlice gözlemliyordu; beklediği gibiydi. Ancak, ne kadar titizlikle kontrol etse ve her şeyin tatmin edici olduğundan emin olsa da, bu sihirli iksirin etkisinden hâlâ tam olarak emin olamıyordu.

 

"Nagini, sessiz ve uslu bir kız ol," dedi Riddle, endişeli dev yılana bakarak. Nagini'yi bu kadar üzen şeyin ne olduğunu merak ediyordu. "Potter'dan ne kadar nefret ettiğini biliyorum ama onu ısırarak öldüremezsin, henüz değil." Evet, Potter çok önemliydi ve ölümsüzlüğüyle yakından ilişkiliydi. Nagini ve Potter hayatta kaldıkları sürece ölümsüzlüğe giden yol her zaman açık olacaktı. "Ama konsantre olmam gerek."

Yine de iksiri bitirmişti ve garip bir parlaklıkla koyulaşan sıvıya memnuniyetle bakıyordu.

 

"Lordum, bu ne?" Belki de Nagini'nin mümkün olduğunca kaçınmasına neden olan, iksirin kendine özgü keskin kokusuydu, yılan köşeye kaymıştı.

"Bu," dedi Riddle’ın dudakları hafifçe kıvrılarak, uzaktan gelen bir soğukluk yayıyordu. "Her ihtimale karşı. Bir mucize yaratma ihtimali çok düşük, ama büyük ihtimalle içen kişiyi öldürecektir."

Nagini konuşmaya başlamadan önce Riddle onun şaşkınlığını anlamış olacak ki, "Bu benim için." dedi.

Riddle ayağa kalktı. İksiri hazırlarken gökyüzü kararmıştı. Kulenin tepesindeki pencereden sızan soğuk ay ışığı odasına vurarak vücudunun yarısına gölge düşürüyordu. Göğsündeki altın madalyon soğuk bir ışıkla parlıyordu. Uzanıp heyecanla dokundu. İçindeki gizemi hissedebiliyordu. Ruhu, sanki bu küçük alanın kısıtlamalarından kurtulup daha iyi bir bedene kavuşmaya çalışıyormuş gibi endişeyle çarpıyordu.

 

Bunun riskli bir hamle olabileceğini biliyordu ama aynı zamanda zaferin yolunu da açabilirdi.

Voldemort olduğundan beri ilk kez böylesine belirsiz bir karar vermek zorunda kalıyordu. Uzun zamandır tüm belirsizlikleri riske atacak kadar çılgına dönmemişti ama uzun zamandır ilk kez bastırılamaz bir heyecan hissediyordu. Evet, bu, Little Hangleton'a doğru yola çıktığında hissettiği hisse çok benziyordu. İlk kez başkalarını öldürmeye kararlıydı ama korkmamıştı. Vicdanını ve sınırlarını bir kenara bıraktıktan sonra, gözlerinin önünde yaklaşan büyük bir sevincin işaretleri belirmişti. Bu kararı verdiğinde, geri dönüşü olmamıştı.

 

 

 

***************

 

 

 

Harry o gece bir rüya gördü ve uyandığında rüyanın her ayrıntısını net bir şekilde hatırladı.

Rüyasında, karşısındaki yakışıklı çocuktan gözlerini ayıramayan, açgözlü bir gülümsemeye sahip şişman bir kadın vardı. Konuşuyorlardı ve birbirlerine her yaklaşmak istediklerinde ağır vücutları heyecanla titriyordu. Harry o yakışıklı ve nazik gülümsemeyi seviyordu ama bir maske gibiydi ve midesini bulandırmıştı.

O güzel yüz, onun en güzel şekilde korunmuş sanat eserlerinden biriydi ama ona kolayca yaklaşıp takdir edemiyordu.

Genç adamın gözleri büyüleyici sırlar barındırıyordu. Nezaket, kibarlık ve yalnızca onun sahip olabileceği zarif bir dikkat yayıyordu. Her şey o kadar güzel, neredeyse gerçek dışıydı ki, kadın onun yanında kendini şımarık küçük bir prenses gibi hissediyordu. Yakışıklı genç adamı memnun etmek ve onu yanında tutmak için kadın, en değerli varlığını ödül olarak sunmuştu. Daha önce kimseye göstermediği küçük altın madalyonu cömertçe avucuna koymuş ve umduğu gibi dikkatini çekmişti.

Bir anda o sakin yüz ifadesi değişti ve gözlerindeki kırmızı ışık parlaması, insanların bunun sadece bir illüzyon olduğundan şüphelenmelerine neden olacak bir şeye dönüştü.

Kadın bir şeylerin ters gittiğini belli belirsiz hissetse de, karşısındaki adamın özenle gizlediği kötülüğün ve açgözlülüğün farkında değildi. Karanlık düşünceler çoktan bu eve sızmıştı. Azrail kapıda oyalanıyor, sessizce tırpanını kadının boynuna yerleştirmiş ne zaman keseceğini hesaplıyordu.

 

Genç adam, gece geç saatlerde, ifadesiz bir yüzle pelerinini giyerek lüks evden çıktı. Takım elbisesi, içeri girdiği zamanki kadar temizdi, ama elinde özenle tuttuğu güzel kutunun içinde kendisine son derece çekici gelen bir şey vardı. Slytherin sembollü altın madalyonu çıkarıp, sanki sevgilisiymiş gibi boynuna astı. Soluk teninde, sanki bedenine karışacakmış gibi görünüyordu. Genç adam memnuniyetle dudaklarının kenarlarını kıvırdı ve daha da yakışıklı ve acımasız göründü.

 

"Sevgili hanımefendi, sanırım bir daha görüşemeyeceğiz." Zarif ses, aşırı bir memnuniyetin alaycı gülümsemesiyle mırıldanmıştı.

 

“Haaa...

Harry yine acıyla uyandı. Sanki üzerine su sıçramış gibi soğuk olan başı, onlarca saniye boyunca boş kaldı. Sonra tüm hikâyeyi bir araya getirmeye çalıştı. Sanki rüyayı gerçekten yaşamış, rüyadaki çocuk kendisiymiş ya da kenardan izliyormuş gibiydi.

"Lanet olsun... katil..." diye tiksintiyle iç çekti Harry. Bu histen nefret ediyordu. Voldemort'u her rüyasında gördüğünde, soğuk ve uyuşmuş uzuvlar, rahatsızlık, mide bulantısı ve şiddetli baş ağrılarıyla bir kabustan uyanmanın rahatsızlığını yaşıyordu.

 

Rüyasını dikkatlice hatırlamaya çalıştı, o çocuğun Tom Riddle olduğunu çok iyi biliyordu.

Başkalarını baştan çıkarmak ve istediği her şeyi elde etmek için usta olduğu yöntemleri kullanıyor ve işe yaramaz hale gelince onları terk bırakıyordu. Harry, Riddle'ın böylesine acımasız şeyler yapmasına rağmen kayıtsız kalabilmesinin korkunç olduğunu düşünüyordu. Çok küçük yaştan beri çok kötüydü. Hayır, sanki doğuştan böyleydi. Kusurlu doğası çocukluğundan beri belliydi. Bu acımasız cinayetlerden sonra daha da acımasızlaşmıştı.

 

Rüyasında çocuk, zavallı öldürülen kadına nezaket ve dostça bir tavırla yaklaşmış, Slytherin'e ait küçük altın madalyonu ve Hufflepuff'ın altın kupasını elinden almış ve suçunu zavallı ev cininin üzerine yıkmıştı. Olayı soruşturmaya gelen Sihir Bakanlığı'nın, büyücülerin ev cinlerine karşı önyargıları ve ayrımcılığı nedeniyle, uydurduğu komploya kesinlikle inanacağını çok iyi biliyordu; bu şüphesiz başarılı olacaktı.

Bunlar onun sessizce götürdüğü iki hazineydi, ancak rüyanın devamında bunları ne için kullandığını görmedi.

Harry, bu sahneyi neden gördüğünü veya Riddle'ın neden bu görünüşte sıradan küçük altın madalyona ihtiyaç duyduğunu bilmiyordu. Slytherin varisinin önemli bir mirası olsa bile, birini öldürme riskine değmezdi. Harry ise Riddle'ın boynundan sarkan o küçük altın madalyonu daha yeni görmüştü ve Umbridge'den aldığını da biliyordu. Eğer bu hikâye doğruysa, Umbridge ölmüş olmalıydı.

Peki Riddle, şişman kadını öldürdüğünde küçük altın madalyonu zaten ele geçirmişse,  madalyon Umbridge’ın eline nasıl geçmişti?

Kafa karıştırıcı bir bilgi karmaşası vardı ve Harry bağlantıları bir araya getiremiyordu.

 

Belki de Hermione ile konuşmalıydı. Hermione çok zekiydi ve bu rüyaların ne anlama geldiğini biliyor olabilirdi.

 

Harry'nin baş ağrısı biraz hafifledikten sonra, Ron'la birlikte yavaşça Büyük Salona doğru yürüdüler. Hava soğuduğu için, salon havada uçuşan sıcak ateş ışığıyla aydınlanmıştı. Harry, sıcaklığın etkisiyle kahvaltının tadını çıkaramadı. Gözleri, Slytherin masasında oturan Riddle'a takıldı.

Karşı taraf onu hiç fark etmemiş, önündeki birkaç öğrenciyle sohbete dalmıştı.

Bu, bir sohbetten ziyade tek taraflı bir fikir beyanıydı. Slytherin öğrencileri –veya  Ölüm Yiyen olmak üzere olan çocuklar- etrafını sarmış, Riddle konuşurken ona hayranlıkla bakıyorlardı. Bu durum Harry'yi çok huzursuz etmişti. Voldemort'un bu öğrenciler üzerinde güçlü bir etkisi olup olmadığı ve Dumbledore'un kontrolü olmadan öğrencilerin zihinlerine sızıp sızamayacağı konusunda endişelenmeden edemiyordu.

"İtiraf etmelisin ki Harry, bazen söyledikleri çok ikna edici oluyor ve her zaman komplo ve kötülükle ilgili olmuyor. İnsanların önünde çok nazik görünüyor."  Hermione dedi. Harry şaşkınlıkla ona döndü. Hermione de endişeli görünüyordu.

"Merlin, dinlemeyeceksin, değil mi? Bazen başkalarını dinleme kötü alışkanlığını gerçekten dizginlemelisin." Ron iç çekti ve Hermione ona dik dik baktı. "Bazı şeyleri dinlemelisin, bazılarını dinlememelisin. Yani... şey, ders çalışmayı çok seviyorsun."

"Her neyse, yanından geçerken duydum," dedi Hermione. Duraksadı ve Harry'nin doğal olmayan ifadesini görünce sordu “Harry, bugün pek iyi görünmüyorsun. Yine kabus mu gördün?" Harry'ye bir bardak balkabağı suyu uzattı.

"Teşekkürler," dedi Harry minnettarlıkla. "Ben de seninle bu konuda konuşmak istiyordum. Bir rüya gördüm-"

 

Hermione, Harry'nin rüyasını dinledikten sonra sessiz kaldı ve kahvaltısını bu şekilde geçirdi. Harry, Hermione'nin neden bu kadar ciddi göründüğünü anlamamıştı.

Karanlık Sanatlara Karşı Savunma pratik çalışması başlayana kadar Hermione aslında bunun ne işe yaradığını anlayamadığını itiraf etmemişti.

 

"Çünkü çok fazla olasılık var. Böyle bir geçmişi olan büyük nesneler güçlü bir büyüyle kaplanabilir. Bilirsin, büyü aracı olarak kullanmak için mükemmeller. Birçok şey için kullanılabilirler, ama Merlin, Voldemort'un onları ne için kullanacağını gerçekten bilmiyorum. Herhangi bir şey olabilir."

"Gerçekten o kadar değerli mi?" diye sordu Ron şaşkınlıkla. "Antika olsa bile, sadece eski bir kupa ve madalyon, değil mi?"

"Ah, bence onları dikkatsizce kullanmazdı. O hazinelere çok değer verdiğini biliyorum," dedi Harry alaycı bir şekilde. İçinde belli bir his vardı. Tom Riddle'ın karakterini az çok anlıyordu ve güçlü ve büyük şeylere karşı, hatta önyargı ve takıntıya varacak kadar derin bir arzu duyduğunu biliyordu.

 

"Harry, sence gücünü artırmak için mi kullanıyor yoksa başkalarını lanetlemek için bir büyü mü yapacak?" diye sordu Ron, asasını sallayarak. Zayıf bir Sersemletme Büyüsü, Neville'i sendeleyerek geriye fırlattı. "Demek Umbridge'de bu yüzden varmış ve şimdi kayıp. Kahin çok büyük bir yaygara kopardı. Umbridge'in o küçük altın madalyonu taktığını söylememiş miydin?"

"Voldemort onu öldürdüğü için kayıp, bundan eminim - Protego... oh!!" Harry cevap veremeden Ron, Hermione'nin büyüsüyle geriye savruldu. Bir kalkan oluşturmayı başarsa da yine de geriye doğru düşmüştü. "Hey, Hermione, bu iyiydi!"

"Teşekkür ederim. Bugün sana ilk kez vurdum. Dikkatini dağıtma." Hermione rahat bir nefes aldı, yüzünde hafif bir gurur ifadesi vardı. Derslerde Karanlık Sanatlara Karşı Savunma çalışmalarında oldukça iyi olsa da, Harry kadar usta değildi.

 

Bugün Snape onlardan ikişerli gruplara ayrılmalarını ve birbirleri üzerinde Kalkan ve Sersemletme Büyüsü uygulamalarını istemişti; bu, konuşmaları için mükemmel bir zamandı.

Hermione, Ron'un hareketlerini düzeltmesine yardım ederken, Harry sınıftaki adamı aramaktan kendini alamadı.

Son zamanlarda, bir sebepten dolayı, gözleri farkında olmadan karşısındaki kişinin vücudunu takip ediyor, nerede olduğunu ve ne yaptığını anlamaya çalışıyordu.

 

"Çünkü o benim büyümden doğdu, sanırım birbirimize benziyoruz."

 

Hogsmeade'deki gezileri sırasında Harry, Riddle'ın sözlerinden rahatsız olmuştu ve bunların ne anlama geldiğini bir türlü anlayamamıştı.

Belki de Tom Riddle, asalarının kardeş asaları olmasından bahsediyordu? Ya da belki de aynı kanı taşıdıkları içindi?

İçinde her zaman çok garip bir his vardı. Voldemort'un duygularını nasıl hissedebildiğini, neden bazı kareleri görebildiğini, bu karelerin Voldemort'un bakış açısından olduğunu ve neden bilmek istemediği şeyleri bildiğini anlamıyordu.

Voldemort'un onu bir şeyler yapmaya yönlendirebileceğinden endişelenmişti ama Dumbledore ona bunun olmayacağına dair güvence vermişti.

 

Harry, Riddle'ın bir grupta olmadığını, sadece sessizce orada durup diğerlerini izlediğini fark etti.

Bu çok tuhaftı. Normalde ona sorun çıkarmayı seven Riddle, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinde onu görmezden geliyordu. Harry ne düşündüğünü bilmiyordu. Ayakları otomatik olarak diğer kişinin pozisyonuna doğru yöneldi. Riddle, Harry'nin yaklaştığını fark ederek hafifçe gülümsedi.

 

"Bana yaklaşman nadir bir şey, Potter."

"Bugün alışılmadık derecede sessizsin. Neler oluyor?" Harry, sohbete yaklaşım tarzının sıkıcı ve eski moda olduğunu hissetmekten kendini alamadı, ama söyleyecek başka bir şey de bulamamıştı. "Neden en güvendiğin hizmetkarını ikna etmeye çalışmıyorsun?"

Riddle sadece birkaç kez kıkırdadı ama bu kahkahaya benzemiyordu.

"Bugün keyfim yerinde değil ve seninle tartışacak halim de yok. Ayrıca Severus'u ikna etmem de gerekmiyor. Ne yapmasını istediğimi anlıyor ve her şeyin adım adım yapılması gerekiyor, değil mi?" Riddle, sanki gerçekten özel bir düşüncesi yokmuş gibi gözlerini Harry'den çevirdi. Aslında, Harry'nin geçmişte tanıdığı o adamın aksine, koyu renk gözlerinin sakin ve kayıtsız olduğunu söylemek daha doğru olurdu. Etrafını saran ağır ve rahatsız edici baskı, son derece depresif bir ruh halinde olduğunu gösteriyordu.

Tam o sırada Harry, karşısındaki adamın zaten solgun olan teninin artık neredeyse kansız göründüğünü fark etti.

Tom Riddle daha önce de böyle miydi?

İlk bakışta görünüşü her zamanki gibi, uzun boylu ve zayıf, bir iskeleti andıran bir adam gibi görünse de, Harry bugün onun hasta gibi olduğunu düşünüyordu. Genellikle tehlikeyi gizleyen koyu kırmızı gözleri özellikle sönük görünüyordu ve göz çukurları derin bir şekilde çökmüştü.

 

"Bir keresinde Dumbledore'a Karanlık Sanatlara Karşı Savunma profesörlüğü pozisyonu için başvurduğumu biliyor muydun?"

"İlgilendiğini söylemiştin ama gerçekten o pozisyonu almaya çalıştığını söylememiştin... Sanırım müdürün bu dersi vermene izin vermesi için deli olması gerekirdi. Niyetini bir bakışta anlamış ve sana hiç şans vermemiştir" Harry omuz silkti. Riddle, Harry'nin kaba tavrından hiç hoşnutsuzluk göstermedi.

"O zaman bu işi gerçekten alsaydım, geleceğim şimdi bambaşka olurdu. Yazık! Dumbledore'un inatçılığı yüzünden birçok fırsatı kaçırdım. O günden sonra bu sınıfa lanet ettim." Riddle aslında o kadar pişman görünmüyordu. Muhtemelen işe başvurmaya geldiğinde, müdür olarak Dumbledore'un bunu kabul edeceğini düşünmemişti.

"Eğer o işi yapsaydın Voldemort olmaz mıydın?"

"Neden böyle düşünüyorsun?" Riddle, Harry'ye belli belirsiz bir gülümsemeyle baktı, ama gülümsemesi bir dalga gibi hızla kayboldu. "Potter, seçtiğim yoldan asla şüphe etmedim. Kaç kere seçersem seçeyim, kesinlikle aynı seçimi yapardım."

"Anlıyorum. Sadece neden böyle yaşamak zorunda olduğunu anlamıyorum."

Harry, Riddle ile bu konuyu fazla duygusal dalgalanmalara maruz kalmadan eşit bir şekilde tartışabildiğine şaşırmıştı.

Riddle, Harry'nin bir memnuniyetsizlik ve kafa karışıklığını bastırmaya çalıştığını fark etti. Harry'nin neden o ifadeyi takındığını anlayamıyordu. Düşman oldukları için Harry Potter'ın Tom Riddle'ın hayatını ve geçmişini anlamasına gerek yoktu, ama Harry her şeyi keşfetmeye çalışıyordu.

Harry'nin zihni açılıp incelenebilseydi, çocuğun duygusal değişimlerini görebilir ve bir süre incelemekten mutluluk duyardı. Ne yazık ki, zihin okuma tekniği yalnızca yüzeysel düşünceleri görebiliyor, derin duygulara ve bilinçaltına nüfuz edemiyordu.

 

"Karanlık Sanatlara Karşı Savunma’da kendine çok mu güveniyorsun? Benimle sohbet edecek bolca vaktin mi var, yoksa sadece Severus'tan mı kaçmaya çalışıyorsun?"

"Ben…ben, neden o adamdan kaçmak için sana güveneyim ki!" Harry'nin yüzü aniden kızardı, kekelemeye başladı ve kalbine aldığı darbeden sonra konuşamadı.

"Komik, Severus'tan benden daha çok korkuyorsun." Riddle, Harry'nin öfkeli bakışlarına baktı ve bu çocuğu kızdırmaktan kendini alamadı. "Potter, eğer bana arada sırada iyi bir yüz gösterebilseydin, Kara Göl'ün suyu bir gün beyaza dönerdi."

"O gün asla gelmeyecek. Beni hep sinirlendiren sen değil misin?"

"Evet, ama ben bunu yapmayı sevmek için doğdum. Zararsız küçük alışkanlığımı affeder misin?" Riddle tekrar güldü. Harry tartışmayı kazanamayacağını hissetti. Karşı tarafın her kelimesini dikkatlice dinlerse, kendini ölümüne öfkelendirecekti.

"Sessizleştirme büyüleri... Asanla böyle oynadığını görmek çok saçma. Sanki başkalarına onları sersemletmeyi planladığını söylemeye çalışıyorsun. Dumbledore gerçekten bunun yeterli olduğunu mu düşünüyor?" diye hafifçe iç çekti Riddle.

"Peki, senin ne gibi önerilerin var?" dedi Harry huysuzca.

Riddle bileğini hafifçe kaldırdı, asasını tehlikeli bir şekilde salladı. "Şuna ne dersin Harry? Düşmanını nasıl sersemleteceğini sana öğretmemi ister misin?"

 

Harry, Riddle'ın dudaklarının hafifçe aralandığını görünce bir anlığına afalladı, söylenenleri hâlâ kavrayamıyordu. Bir büyü söylediğini duymasa da, muhtemelen Sersemletme Büyüsü'nden daha kötü bir şey yapmak üzere olduğunu biliyordu. Harry, belki de yaralayıcı ve kaçınılmaz olarak acı verici, yakın mesafeden bir darbeye kendini hazırlamıştı, ama bu gerçekleşmedi.

Çok sessiz bir andı ve Harry neden bu konuda biraz garip hissettiğini anlayamamıştı.

Sonra gözlerini kocaman açtı, bu beklenmedik sonuca inanamadı, çünkü ne acı vardı ne de büyünün izi.

Büyü başarısız mı olmuştu? Bu olmamalıydı.

Harry şaşkınlıkla gözlerini kaldırdı ve karşısında duran Riddle’ın şaşırmış görünmediğini, sanki sonucu önceden biliyormuş gibi kaşlarını çattığını gördü. Düzgün yüz hatlarında bir soğukluk vardı ve tüm kas çizgileri öfkeyle doluydu. Öfke, Harry'nin bile soğuktan titremesine neden olmuştu.

Harry tam ne olduğunu soracakken ya da belki de fark etmemişken, daha da beklenmedik bir şey oldu.

Duyduğu tek şey, Riddle’ın beyaz asasının yere yuvarlanıp sahibinin elinden kayıp düşmesinin çıkardığı çıtırtıydı. Karşısında duran kişi, yüzü her zamankinden daha solgun, herhangi bir acı belirtisi veya başka bir belirti olmadan yere yığıldı. Harry hemen çömelmeseydi ve diğerinin göğsünün hafifçe inip kalkmasını ve nefes alışını hissetmeseydi, Riddle’ın soğuk vücut ısısı ve kansız yüzü yüzünden onun öldüğünü düşünürdü.

 

"Harry?!" Ron onun adını seslendi ve Hermione ile birlikte öne doğru koştular.

"Ne... ne oluyor böyle..." Harry önündeki manzaraya baktı. Ne yapacağını bilemeden aptal aptal orada durdu. "Hiçbir şey yapmadım. Birdenbire... hiçbir şey bilmiyorum..."

Sonra Snape'in, birçok öğrencinin gürültüsü arasında hızla öne doğru geldiğini ve hemen Riddle'ın durumunu dikkatlice kontrol ettiğini gördü. Harry, Snape'in tarif edilemez derecede karmaşık bir ifadeye sahip olduğunu, gözlerinde hafif bir şaşkınlık belirtisi olduğunu, sanki bunun neden olduğunu anlamamış gibi olduğunu fark etti.

"Bugünkü ders bitti. Herkes geri dönüp konuyla ilgili bir rapor yazsın ve bir dahaki sefere teslim etsin," dedi Snape meraklı öğrencilere dönerek ve onları göndererek. "Eşyalarınızı toplayın ve hemen bu odadan çıkın. Elbette Potter, siz de."

Snape, Harry'e soğuk ve şüpheli gözlerle baktı, sanki Harry çok kötü bir şey yapmış gibi.

Harry neler olup bittiğini öğrenmek istese de Hermione ve Ron yüzünden sınıftan ayrılmak zorunda kalmıştı. Bütün gün sakinleşememişti, adamın yere düştüğü an aklına geliyordu.

 

 

 

***************

 

 

 

"Gerçekten öyle mi? Dumbledore, bahsettiğin şey buydu..."

"Evet Severus, sanırım sağ elimi mahvetmeye yetecek kadar. Ne senin ne de benim çözebileceğimiz kötü bir lanet. Bu... kontrolümüzün ötesinde..."

"Bu nasıl mümkün olabilir? Daha önce verilen büyülü hasarın, özellikle de böylesine güçlü bir karanlık büyüyle, tersine çevrilebildiğini hiç duymamıştım. Bu..."

"Kesinlikle yasak, evet."

 

Dumbledore, yatakta sessizce yatan adama sakince baktı. Adamın ifadesi, sanki uyuyormuş gibi huzurlu ve sakindi.

Bazen Riddle’ın kendisine karşı bile ne kadar acımasız olabildiğini, yüreğinin derinliklerinden hissediyordu.

Şu anda vücudunu aşındıran şey, sıradan bir insanın dayanamayacağı dayanılmaz bir acı ve fazlasıyla hasar görmüş ruhunun kolayca karşı koyamayacağı güçlü bir güçtü. Ancak, bunu yine de çok iyi saklıyordu. En azından Harry'nin etkisiyle bayılmadan önce, kimse olağandışı bir şey fark etmemişti. Kendini böylesine riskli bir büyü deneyine zorlamak, çoğu insanın denemek istemeyeceği bir şeydi, çünkü kimse böyle bir güce dayanamazdı.

"Bunu neden riske attığımı merak ediyorsun, değil mi?" Kapalı dudaklarından, ürpertici bir alayla karışık soğuk bir ses çıktı. Başlangıçta kapalı olan gözleri yavaşça açıldı ve gözlerinde bulanık, koyu bir renk vardı. Acıdan henüz kurtulamadığı belliydi ve yüzü son derece solgundu.

"Tamamen parçalanmış bir şeyi eski haline döndürmek imkânsızdır, Tom. İkimiz de bunun ruh için ne kadar acı verici olduğunu biliyoruz. Bunu kimse başaramaz ve daha önce kimse başaramadı. Denemek istediğinde bunun imkânsız olduğunu sana söylemiştim," dedi Dumbledore. Bunu yapan Riddle'a hiç acımıyordu, sadece gerçekleri söylüyordu. Sonuçta, bu karanlık ve kötü büyü tamamen kendi hatasıydı.

 

"Yıllar önce imkansızı başardım ve şimdi de başarabilirim." Riddle'ın sesi, en ufak bir korku veya belirsizlik belirtisi olmadan, özgüvenle doluydu. "Ben ölümlü değilim, Dumbledore. Sıradanlıkla ölümsüzlük arasındaki tek fark, benim yalnızca kendi yozlaşmamdan korkmamdır. Daha fazla güç istiyorum ve bunu başarmak için senin kötü saydığın tüm yöntemleri denemeye hazırım."

"Açlığın dindirilemez, Tom, bu yüzden asla gerçek mutluluğu, kurtuluşu bulamayacaksın."

Riddle cevap vermedi, ama nazikçe konuyu değiştirdi. "O zaman, belki bana şu anki durumun ne olduğunu anlatma nezaketini gösterirsin ha?"

 

"Çok kötü. İksirin işe yarasa bile, acıyı ancak hafifçe bastırabilir. Tamamen bütünleşmedikleri sürece bu yoğun işkenceyi hissetmeye devam edeceksin. Bütünleşme yeteneğine sahip olduğunu sanmıyorum."

"Gerçekten mi? Kulağa korkunç geliyor." Riddle, sanki önemsiz bir habermiş gibi, sadece dinlediği ve başka hiçbir şey yapmadığı, hiç umursamadığı bir şeymiş gibi cevap vermişti.

"Bir sonraki eylemi gerçekleştiremezsin Tom. İlki bile tek başına dayanılmaz. Parçalanmış ruhunu yeniden birleştirmenin tek bir yolu var, ama sen en zor ve acı verici olanı seçtin." Dumbledore kaşlarını çattı, gözlüğünü düzeltti ve şaşkınlıkla yatakta yatan Riddle'a baktı. Bir an, sanki elli yıldan uzun bir süre önce Riddle'ın yatağının başında oturmuş, öğrencisini doğru yola yönlendirmeye çalışıyormuş gibi hissetmişti. "Tek yapman gereken tövbe etmek, ruhunu parçalayan cinayetler için tövbe etmek. Bunu yaparsan, hiçbir acı hissetmezsin."

"Saçmalama," dedi Riddle, onu ikna etme girişimlerine alaycı bir şekilde gülerek. "Benim için bu ölümden daha zor. Tövbe mi? Lord Voldemort asla kimseye tövbe etmez."

 

Elbette ruhunu onarmak için her yolu denemişti, en nefret ettiği yol da dahil.

Ama sonuçta bu yolu seçemezdi, çünkü işlediği cinayetler için içten içe tövbe edemezdi, gerçekten denemek istese bile, hiçbir suçluluk duymadığı için bunu yapamazdı. İşlediği tüm günahlar onun gözünde en normal ve uygun davranışlardı, bu yüzden kendi gücünü kullanarak bu geri döndürülemez durumu zorla oluşturmayı seçmişti; başkalarının aklına bile gelmeyen büyüler kullanarak, o katı ve çağdışı yasaları çiğnemeye çalışmıştı. Bu engeli aşmalı ve eskisinden veya şimdikinden daha güçlü olmalıydı.

 

Elbette bu tehlikeliydi ve o buna çoktan hazırlanmıştı.

Ama eskiden böyle değil miydi?

Herkesin hayranlık duyduğu güç, yasak deneyler ve neredeyse ölümcül girişimlerle azar azar biriktirilirdi. Çoğu büyücünün aşamayacağı büyülü sınırları aşabilir ve sıradan insanların hayal gücünün ötesinde güçlü büyüler yapabilirdi. Sonsuz yaşama ulaşmanın bir yolunu bulmuştu, ancak bu yöntemin bazı düzeltmelere ihtiyacı vardı; daha sağlam hale getirmek ve kimsenin onu yok edebileceği konusunda endişelenmeye gerek olmadığını garanti etmek gibi.

 

"Ne yaparsan yap, hiçbir şey kaybetmeyeceğim, ama Tom, şu anki müdürün olarak sana söylemeli ve uyarmalıyım," diye iç çekti Dumbledore. "Böylesine güçlü bir lanete direnir ve başarısız olursan, büyü güçlerini tamamen kaybedebilirsin."

En kötü senaryo elbette ölümdü, ancak Dumbledore bunu yüksek sesle söylememişti ve karşısındaki kişi bunu zaten biliyordu.

Riddle’ın yüzünde her zaman bir gülümseme vardı ve bedeninin ve ruhunun derinliklerinde dayanılmaz acılar çekmesine rağmen bunu taklit edebiliyordu.

 

"İstediğin bu değil mi? Eğer büyüm kaybolursa, Potter yeniden Harika Çocuk olacak."

"Evet, istediğim bu." Dumbledore durakladı ve gözlerini indirdi. "Harry seni sormaya geldi, rüyalarında kafasını karıştıran bazı şeylerden, boynundaki küçük altın madalyonun kökeninden ve onlarca yıl önce işlediğin suçlardan bahsetti. Bunları zaten bilmeme rağmen, Harry aralarındaki bağlantıyı anlamak için çok istekli görünüyordu."

"Ne olmuş yani? Ne söylemek istiyorsun?"

"Harry gelip sana bu konular hakkında sorular sorabilir ve bunu bilmeni istiyorum."

"Ne kadar da konuşkan bir çocuk! Bu düşüncelerimi onunla paylaşmak zorunda kalmam gerçekten sinir bozucu."

Tam o anda, Riddle'ın yüzünde hafif, yumuşak bir gülümseme belirdi. Bu meseleden gerçekten nefret ettiği söylenemezdi. Eski Voldemort olsaydı, asla böyle bir ifadeye sahip olmazdı. Bu küçük fark, Dumbledore'u biraz endişelendirmişti. Ruhunun bir kısmının iyileşmesinin, Voldemort'un insani duygular hissetmesi için yeterli olup olmadığından emin değildi...

Hayır, bu illa ki iyi bir şey değildi ve Voldemort'u daha tehlikeli ve ölümcül hale getirebilirdi.

 

"Peki, küçük altın madalyon şimdi nerede?"

Riddle sessizdi. Slytherin varisine ait önemli bir hazine olmasına rağmen, ona karşı herhangi bir bağlılığı yok gibiydi.

"Kırıldı, sonra da çöpe attım."

Artık Tom Riddle'ın boynunda kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey yoktu.

 

 

 

***************

 

 

 

Dumbledore gittikten sonra geriye sadece Snape kalmıştı. Snape, az önce yaptığı iksiri Riddle'a götürdü. Riddle, soğuk gözlerini kıstı ve kasedeki koyu sıvıya mutsuz bir şekilde baktı. Tadı güzel değildi. Büyük bir emekle hazırladığı bir iksir olmasına rağmen, güçlü bir büyüsü vardı ve hissettiği acıyı dindirebiliyordu. Ama yutması zor bir şeydi.

"Lucius'tan edindiğiniz değerli malzemeler bunu hazırlamak için kullanıldı. Bana daha önce söyleseydiniz... belki sizin için daha fazlasını hazırlayabilirdim, Lordum, belki yardımcı olabilirdim." Snape, karşı tarafı kendisiyle daha fazla sır paylaşmaya ikna etmeye çalıştı ama Riddle ona soğuk bir bakış attı.

"İksirler hakkında senden daha az bilgimin olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun?"

"Elbette hayır, lütfen beni affedin." Snape sözlerini hemen değiştirdi. Karşısındaki adamı gücendirmek istemiyordu.

"Endişelenme Severus, kızgın değilim." dedi Riddle, mesafeli ve kayıtsız bir tavırla, tembel tembel. "Her zaman şüpheci bir insan oldum ve kimseye güvenmedim. Hayatım ve büyümle ilgili hiçbir şeyi başkalarına asla vermem. Bunu bilmelisin." Hafif bir alaycılıkla avucuna baktı. Şimdilik asayı tutamazdı. Dozajdaki ufak bir fark bile ölümcül olabilirdi.

"Sınırlarımı aştığımı çok iyi anlıyorum."

 

"Severus, sen çok iyi bir hizmetkârsın. Beklentilerimi her zaman karşılıyor ve istediklerimi veriyorsun." Riddle, "sadakat" kelimesini kullanmamıştı, bu da Snape'i biraz huzursuz etmişti. Sadece paniklemesini bastırmaya ve belli etmemeye çalıştı.

"Ama sen benden hep bir şeyler saklıyorsun. Çünkü sen o kadar iyi bir kalp hırsızısın ki, ben bile zihninin içini kolayca göremiyorum. Sadece yüzeyde bilmek istediklerimi açığa vuruyorsun ve gerçek düşüncelerin, kimsenin keşfedemeyeceği en derinlerde saklı. Bana sırlarını hiç açıklamadın."

 

"Lordum, ne dediğinizi anlamıyorum. Sizden hiçbir şeyi saklamadım..."

"Kendini savunmana gerek yok. Sessizliğini seviyorum ve sözlerin ve hareketlerin konusunda her zaman dikkatlisin." Riddle, Snape'e öncekinden tamamen farklı bir şekilde baktı. Snape kalbinin neredeyse durduğunu hissetti ve avuçlarında soğuk terler birikti. "Sadece bilmeni isterim ki, on beş yıl önce o kadını öldürmemem yönündeki isteğini unutmadım. Hadi, bu şeylerin artık var olmadığını varsayalım, ama yine de bir şeyi korumak istiyorsan... dikkatli olmak en iyisidir. Ne demek istediğimi anlıyor musun?"

“Evet, evet, tabii ki…”

Bu sıradan bir anı değildi, küçük altın madalyonun çalındığını keşfettiğinden beri, yıllar içindeki ihmal ve kusurlarının farkına varmıştı. Bir zamanlar planının mükemmel olduğunu düşünmüştü, ancak nefret ettiği bir hizmetkar tarafından mahvedilmişti. Aynı hatayı yapıp, farkında olmadan burnunun dibinde kurnaz ve aşağılık hainlerin bulunmasına izin verip vermediğini merak etmeden edemiyordu.

"Sana birkaç kez ne sakladığını ve geçmişte bana olan hayranlığının ve sadakatinin neden bu kadar değiştiğini sormak istedim." Riddle, Snape'in derin siyah gözlerine baktı, ağzının kenarında bir alay vardı ve gizleyemediği soğukluk neredeyse Snape'in nefesini kesiyordu.

"Önemli değil. Sanırım ben bu tür şeyleri anlayamayacağım."

 

Bunu daha önce neden fark etmemişti? Kendine aşırı güvendiği için miydi? Yoksa bu sessiz hizmetkârın yüzüne hiç bakmadığı için miydi?

Yıllar boyunca Snape'in gözlerindeki boşlukta biriken şeyler onu son derece tiksindirmişti ve bunları anlamak istememişti, çünkü bunlar kesinlikle dünyada en çok nefret ettiği şeylerdi - "aşk" denen varoluş gibi.

 

"Bu gece burada duralım. Dışarıda bizi dinleyen küçük bir fare var, bu yüzden rahatça konuşamayız."

Riddle konuşmayı kendi inisiyatifiyle durdurdu. Snape sendeleyerek ayağa kalktı. Riddle’a selam verip hızla revirden çıktı.

Snape, kapıda koridorun köşesinde aceleyle saklanan birini gördü. Çocuğun konuşmalarının ne kadarını duyduğunu bilmiyordu ama Tom Riddle'ın muhtemelen açığa çıkmaması gereken şeyler hakkında tek kelime etmediğini ve Harry'nin yakınlarda kulak misafiri olduğunu biliyor olmalıydı.

 

Az önce konuştukları şey Snape'in yüreğine kalın bir sis perdesi indirmiş, geleceği görmesini imkânsız hale getirmişti. Karşı tarafın bunu söylemesindeki amacını bilmiyordu.

Adamın çok zayıf olduğu belliydi ama tehlike hissi her zamankinden daha güçlüydü ve onunla yüzleşecek cesareti yoktu.

 

 

 

 

Bu blogdaki popüler yayınlar

O BÜYÜDÜĞÜNDE-1 BÖLÜM

O BÜYÜDÜĞÜNDE-FİNAL

KAKOET 1 BÖLÜM--TOM RİDDLE//HARRY POTTER