YÜZÜ OLMAYAN BİR GELECEK 4 BÖLÜM
Harry sosyal bir kelebekti. İnsan etkileşimine can atıyor gibi görünüyordu, ancak nedense kendini inkar ediyordu. Quidditch hakkında konuşmaya katılmak istiyormuş gibi görünüyordu, sanki gerçekten fikrini ifade etmek istiyormuş gibi, ancak asla ağzını açmıyordu. Çok yalnızdı ve tedavi hemen yanı başındaydı, ancak inatla almayı reddediyordu.
Muhtemelen
çoğu zaman bu kadar perişan görünmesinin sebebi de buydu.
Ama Tom
için bu bir şanstı. Harry ondan tutkuyla nefret ediyor olabilirdi ama o
nefretine rağmen onunla bağ kurmak istiyordu. Tom ona yaklaşan ve onunla sohbet
etmeye başlayan tek kişiydi, onu baştan çıkaran tek kişiydi. Diğer oda
arkadaşları onu temelde görmezden geliyordu, yurt odasındaki olaydan sonra
temkinli davranıyorlardı.
Tom'un,
Şövalyeler'in pratik odasında başarılı bir şekilde yaptığı gibi, Harry'nin
katılımını sağlamak için sadece yemlere ihtiyacı vardı. Harry meraklı, maceracı
ve uygun bir meydan okumayla kışkırtılması kolay biriydi.
Harry
artık kontrol altındaydı. Tom'un tarafında olmak zorunda değildi ; aptalca kabul ettiği Yemin sayesinde
sırlarını ifşa edemezdi zaten. Gerçek bir tehdit değildi, Tom'un itibarını
zedeleyecek hiçbir şey yapamazdı. Tom'un hayatında tehlikeli bir karışıklığa
neden olamazdı.
Ama o
hala öngörülemez bir parçaydı, Tom'un mükemmel bir şekilde oluşturulmuş
puzzle’na yerleşmeyi reddediyordu. Harry'nin çok fazla (muhtemelen tehlikeli)
sırrı vardı ve Tom bunları düşünmeyi bırakamıyordu.
Gözlerinde
o sinir bozucu meydan okuma vardı. Ayrıca, yurt odasında yaptıkları düelloyu
kazanmış olması da vardı ki bu kesinlikle cezalandırılabilir bir suçtu. Sadece
bunu düşünmek bile Tom'un dişlerini sıkmasına neden oluyordu.
Malfoy,
saç olayından iki gün sonra cumartesi günü hala somurtkandı. Tom, hemen karşı
lanetle sorunu çözmüştü ama tabii ki Malfoy, elinden gelen tüm dramı yapmak
zorundaydı. Tom, onun saçlarını tekrar kaybetmesini sağlamaya çalışmak
istiyordu. Ya da belki Harry'nin bunu yapmasını sağlamaya—eğlencenin yarısı
buydu.
Tom,
Malfoy'a kusursuz bir Calvorio yaptıktan sonra Harry'e başka bir büyü öğretmişti.
Harry büyüyü sevmişti, gözlerindeki zevk bunu anlatıyordu. Büyü, çoğu Slytherin
için olduğu gibi onun için de hayatın sıradan bir parçası değildi. Onlar bunu
hafife alıyorlardı, ancak Harry için onu hala şaşırtmayı başaran inanılmaz bir
hediyeydi. Tıpkı Tom için olduğu gibi.
Harry bir
süre büyünün içinde kaybolmuş ve asa hareketlerini mükemmelleştirmeye
çalışırken Tom'un yanında neredeyse rahatlamıştı. Hatta başardığında gülümsemişti.
Ama şimdi
bunların hepsi gitmişti. Büyü çok hızlı bir şekilde bozulmuş ve Harry'yi tekrar
öfkeli, somurtkan haline dönüştürmüştü.
Tom,
kahvaltı sırasında Harry'nin kendisine baktığını fark etti. Karşılık verdi ve
yeni öğrendiği becerisini kullanarak asasız bir şekilde masadan bir çatalı
havaya kaldırıp, onu doğrudan eline doğru yönlendirirken sırıttı.
Görünüşe
göre hatalarından ders çıkarması gerekiyordu, Tom'un yeni projesine verdiği
tepkilerden yola çıkarak. Sanki yapılması gereken bariz bir şey değilmiş gibi:
ölümcül bir kusur bulduktan sonra kendini geliştirmeye çalışıyordu. Sanki bir
seçenek varmış gibi.
Harry
bakışlarını kaçırıp sosisine sertçe dokundu, sıcak yağ her yerine fışkırdı.
Tom,
bir kule inşa etmek için Exploding Snap kartlarını kullanan Harry'nin önündeki
masaya bir parşömen fırlattı. Parşömen kuleye doğru yuvarlandı ve ona çarpmadan
hemen önce durdu. Yazmaya söz verdiği iksir ödeviydi.
"Yeniden
yazmalısın. Ben senin el yazısı dediğin karmaşayı taklit etmekten aciz
biriyim," dedi Tom masaya yaslanarak. Kartlardan biri aniden patladı ve
kule düştü.
"Vay
canına, Tom Riddle, hiçbir şey yapamıyor," diye alaycı bir şekilde cevapladı
Harry, düşen kartları toplarken.
"Gerçekten
de. Zavallı ben, kusurlu olmaktan acizim. Çok trajik bir eksik, ama bununla
yaşamayı öğrenmeliyim," Tom dramatik bir şekilde iç çekti, istemsiz bir gülümseme
dudaklarını kapladı.
"Eminim
endişelenmen gereken daha kötü kusurların vardır!"
"Ah?
Lütfen açıkla, ne hakkında konuştuğun hakkında hiçbir fikrim yok."
Harry
gözlerini kıstı ve ağzını büzdü. Ortak salondalardı, bu yüzden Yemin sayesinde
Tom'un sözde kusurlarının hepsini listeleyemezdi. Bir süre sonra parşömeni aldı
ve neredeyse duyulmayacak kadar hafif bir teşekkür mırıldandı.
Tom,
Harry'ye oynamayı teklif edip etmemesi gerektiğini merak ederek kart destesine
göz gezdirdi, ona daha yakın olmak için bunu kullanmak istiyordu. Gerçekten
istemiyordu. Kart oyunları zaman kaybıydı ama kalmak için bir bahaneye ihtiyacı
vardı. Harry'nin konuşması eğlenceliydi, en azından bazen. Tom'un sırlarından
suçlayıcı sesiyle, gözleri parlayarak bahsettiğinde, Tom'un göğsünde sıcak bir
kalp atışları oluşuyordu. Bu hoş olmayan bir his değildi.
Uzun
zamandır böyle biriyle tanışmamıştı: Ona karşı sıfır saygısı olan biriyle.
Sinir bozucuydu, yanlıştı ama bir yandan da heyecan vericiydi.
Harry, kimsenin söylemeye cesaret edemediği şeyleri söylüyordu, kendini
tutmuyordu. Görgü kurallarını umursamıyordu. Tom'un öngörülebilir ve
biraz sıkıcı dünyasına yeni, ilham verici bir hayat getirmişti.
Tom
bunun yerine satranç oynamayı önerdi ve Harry kazanırsa daha fazla ödev
yapacağına söz verdi. Açıkçası Harry kazanamazdı.
Harry
bir arkadaş edinmişti.
Tom,
onu Walburga Black ile otururken üçüncü kez görüyordu. Bağırmak, düşünmek veya
Tom'un alışkın olduğu kesik bir tonla sorulara cevap vermek yerine, aslında
normal bir genç gibi onunla sohbet ediyordu. Harry'nin ortak salonda genellikle
yalnız başına oturduğu pencerenin yanındaki koltuklarda oturuyorlardı - şimdi
orada iki tane koltuk vardı.
Tom onu
pek iyi tanımıyordu. Kadınlara karşı bir şeyi yoktu, sadece onları nadiren
faydalı buluyordu. Çoğu safkan kadın, hiçbir özel beceriye sahip değildi ve
hayatları ev hanımı olarak son buluyordu. Çoğu aile, erkek bir varis doğurmayı
başarana kadar üreyip duruyor ve kızlar neredeyse diğer bağlantılar için birer
mal olarak kullanılmak üzere geride bırakılıyordu.
Hepsi
çok ilkeldi. Tom bile bunun berbat olduğunu düşünüyordu.
Black
ailesi de farklı değildi. Walburga'nın küçük kardeşi Alphard sadece on iki
yaşındaydı ama ondan çok daha fazla nüfuza, çok daha fazla güce sahipti. Ve bu
yüzden, Black ailesinin geri kalanı gibi, Tom'un da Walburga'ya ihtiyacı yoktu.
Tıpkı Tom gibi o da beşinci sınıf öğrencisiydi ama onu fark etmemişti bile.
Şimdiye
kadar.
Tom,
Harry'nin ilk kez güldüğünü duyuyordu ve sanki Walburga dünyanın en komik
kızıymış gibi çok gülüyordu. Çenesi yukarı kalkmıştı ve yüzünde geniş bir
gülümseme vardı.
Tom'un
kanını kaynatıyordu.
Harry'nin
arkadaş edinmesine izin veremezdi. Onu etkileyebilecek arkadaşlar,
güvenebileceği insanlar. Tom'un Harry'nin konuşabileceği tek kişi olması
gerekiyordu. Harry'nin bir şeye ihtiyacı olduğunda tek seçeneği olması
gerekiyordu.
Harry
memnundu, neredeyse mutlu görünüyordu. Tom'un etrafında her zaman sahip olduğu
çekingen aura tamamen yok olmuştu ve gözlerindeki olağan öfke yerini şakacı bir
parıltıya bırakmıştı.
Tom,
Harry'nin bu versiyonunu istiyordu. Nedenini bilmiyordu, önemli olmamalıydı.
Planlarını etkilemiyordu. Ama istiyorsu.
Black
saçlarını kulağının arkasına attı, buklelerini parmaklarının arasında döndürdü,
kıkırdadı. Gömleğinin en üst düğmesini rahatça açtı ve göğüslerini kollarıyla
hafifçe sıktı.
Harry'e
yumuşakça dokundu, elini onun elinin üstüne koydu. Ve Harry buna izin verdi.
Tom
nefes alamadı.
Kalkıp
gitti, ödevini masada unutmuştu, okuduğu kitap ise hala elindeydi. Yurda gitti,
içeri girdiğinde boş olduğunu fark etti ve kitabı duvara fırlattı.
Neden
bu kadar öfkeli olduğunu bilmiyordu ama canı yanıyordu.
Tom,
Rosier'i kütüphanede bir okul projesi üzerinde çalışırken buldu, bu küçük bir
mucizeydi. Onun yanına oturdu ve çantasını masanın üzerine attı.
"Yardıma
ihtiyacın var mı?" diye sordu, Rosier'in yığınından bir kitap alarak.
Tarihin muhtemelen en sıkıcı konusu olan goblin isyanlarıyla ilgiliydi, ama
yine de kitabı açmıştı.
Rosier
başını sallayıp boğuştuğu soruları sormaya başladığında gözleri parladı. Tom
ona goblin isyanları hakkında her şeyi, hatırladığı her şeyi ve hemen uydurduğu
küçük bir şeyi anlattı. Şu anda gerçekleri kontrol etmekle uğraşamazdı.
Dakikaları saydı ve biraz zaman geçince, masum bir soru sordu.
"Pekala
Walburga ile işler nasıl gidiyor?"
"O
soğuk bir kaltak," diye inledi Rosier kasvetli bir şekilde ve tüy kalemini
masaya fırlattı.
"Biliyor
musun,denedim ama sanki orada yokmuşum gibi davranıyor"
Tom
bilmiyordu. İstemediği sürece hiçbirşeyden haberi olmuyordu.
"kaltak"
kısmına katılıyordu.
Yine de
başını salladı, sempatik görünmeye çalıştı. "Belki de çoktan biriyle
görüşüyor?" diye sordu.
"Büyük
sınıf bir Ravenclaw'la yattığını duydum ama bunun bittiğini düşünmüştüm,"
dedi Rosier acı bir şekilde. "Belki de ailesi dışında birisiyle sevişmesi
yasaktır ve babasının bunu öğrenmesinden korkuyordur. Mezun olduktan sonra
kuzeniyle evlenmesi gerekiyor."
"Gerçekten
mi? Hangi Ravenclaw?" diye sordu Tom, çok da ilgili görünmemeye çalışarak.
"Emin
değilim ama tahminimce Prewett. Onları birlikte gördüm."
Tom
kayıtsızca mırıldandı ve masadan başka bir kitap aldı, sohbetin konusunu tekrar
goblin tarihine getirdi. İhtiyacı olan her şeye sahipti, ancak çok ani bir
şekilde ayrılmak şüpheli olabilirdi. Bir süre kitabı karıştırdı, sonra ayağa
kalktı ve esniyormuş gibi yapıp Rosier'e iyi şanslar diledi.
Tom,
Pollux Black'e uzun ve iğrenç bir mektup yazarak kızıyla uzun zamandır birlikte
olduklarını söyledi. Ona aşık olduğunu ve birlikte olmaları gerektiğini söyledi.
Mektubu
Ignatius Prewett adıyla imzaladı.
Ona
bağlanan hiçbir şey olmadığından emin oldu, her ihtimale karşı tüm izleri yok
etmek için büyüler kullandı. Rastgele bir 3. sınıf Hufflepuff'a büyüleyici bir
gülümseme gönderdi ve mektubu onun için göndermesini istedi. Baykuşluğun
dışında bekledi ve kız görevi tamamladığında ona bir Confundus Büyüsü fısıldadı.
Tom
sadece Harry'yi koruyordu. Black ailesi tehlikeliydi: Pollux Black nişanlı
kızının şüpheli bir isimsizle kim bilir ne yaptığını öğrenirse ne yapacağını
kim bilirdi? Adam deliydi, tıpkı ailesinin geri kalanı gibi ve olabilecek en
gururlu şekilde.
En
azından Tom, Black'in Harry'nin yerine Prewett gibi saygın bir safkanla neler
yapmaya hazır olduğunu yakında görecekti.
Tom'un
kafasının içinde, olay örgüsünü kaybettiğini düşünen kısık bir ses vardı. Ama
bunu bilerek görmezden gelmeyi seçiyordu, ayrıca Harry'den bir başkasının
kurtulmasına izin vermenin sorunlarının çoğunu çözeceği gerçeğini de.
Harry
onundu. Sahip olacağı ve öldüreceği kişiydi.
Bir
hafta sonra Walburga Black okuldan ayrıldı. Tom, onun Büyücü Şüra'nın özel
izniyle on altı yaşındayken birkaç hafta içinde Orion Black ile evleneceğine
dair söylentiler duydu. Kuzeniyle evlenmeye zorlanıyordu, reşit olmaması ona
daha ne kadar zarar verebilirdi ki zaten.
Tom, bu
talihsiz olayı düşününce biraz mutlu oldu.
Prewett'i
de birkaç gündür görmemişti, ama bu kaçınılmaz bir yan hasardı. Prewett bir
Ravenclaw başkanıydı ve Tom onun kaybolmasının kendisi için daha sıkıcı başkan
yardımcısı işi anlamına gelmemesini umuyordu. Yapması gereken daha önemli
şeyler vardı.
Harry
her zamankinden daha da perişandı. Tom onu yatakhanede tek başına, yatağında
somurtarak, başını dizlerinin arasına almış halde buldu. Kapıyı kapattı ve
güvenli bir mesafede durarak bir yatak direğine yaslandı. Sanki daha önce de
aynı durumda kalmışlar gibi hissetti ve o zaman hiç iyi gitmemişti.
"Arkadaşın
için üzgünüm," dedi, bunun en uygun sohbet başlatıcısı olacağından emindi.
Harry
başını kaldırdı. Yüzü ifadesizdi ama en azından patlamak üzere değildi,şimdilik.
"Hayır, değilsin. Lanet olası numara yapmayı bırak."
"Tamam.
O işe yaramaz bir serseriydi, onu unut gitsin. Ona neden ihtiyacın vardı
ki?"
"Ondan
hoşlanmıştım! O nazikti."
"Ben
de öyleyim" diye yanıtladı Tom anında ve Harry'den inanmaz bir homurtu
aldı. "Benden neden bu kadar nefret ediyorsun ki?" diye devam etti,
Harry'nin tepkisini görmezden gelerek.
"Sen
bir katilsin!" diye bağırdı Harry, kollarını iki yana açarak etrafına
bakındı, sanki duygularını doğrulayacak birini arıyormuş gibi, ona tamamen deli
olmadığına dair güvence verecek birini.
"Seni
öldürmedim; tam orada oturuyorsun. Artık atlat bunu," diye iç çekti Tom,
aynı aptalca şeyden tekrar tekrar bahsetmekten sıkılmıştı. Harry ona bilmiş
gözlerle bakıyordu, sanki Tom hakkında bildiği bir sır daha varmış gibi.
"Ve sen benden çok daha önce nefret ediyordun," diye ekledi Tom,
kaşını anlamlı bir şekilde kaldırarak.
Harry'nin
buna söyleyecek bir şeyi yoktu. Kollarını göğsünde kavuşturdu ve bakışlarını
kaçırdı. "Ne istiyorsun?" diye sordu, konuyu değiştirerek. Tom pek de
doğru gelmiyor diye düşündü ama oyuna devam etti.
"Sadece
seninle bir sohbet etmeye çalışıyorum," dedi hafifçe ve Harry'nin
yatağının karşısındaki yere oturdu. "Ve senin yeni bir arkadaşa ihtiyacın
var. Ben o şımarık kızdan çok daha iyi bir seçeneğim. Onun bende olmayan nesi
olabilir ki?"
Tom
gerçekten bilmiyordu. Bir vajina belki, ama Tom, Harry'nin bir vajinaya erişim
olmadan da mutlu bir şekilde yaşayabileceğinden kesinlikle emindi. Zaten daha
erkeksi özellikleri takdir ediyor gibi görünüyordu. Ve Tom, Black'ten çok daha
iyi özelliklere sahipti, her şeyde daha iyiydi.
Harry
şaşkın görünüyordu. Sanki Tom'un teklifi o kadar saçmaydı ki kulaklarına
inanamıyordu.
"Bilmiyorum,
belki de lanet olası bir vicdan?" diye tükürdü Harry sonunda.
"İstersen
numara yapabilirim," diye önerdi Tom. Harry'nin istediği bu değildi, Tom'a
attığı bakışa bakılırsa. Ama Tom zaten konuşmayı bitirmişti, belli ki bir yere
varmayacaktı. "Bu kadar sıkıcı olma. Benimle gel, sana bir sır vereceğim."
Harry
duruşunu düzeltti. İlgisiz görünmeye çalıştı ama rol yapmada o kadar berbattı
ki, neredeyse sevimliydi. Açıkça kabul etmek istiyordu ama sessizce oturmaya
devam ediyordu.
"Kalk
artık Harry, sırlarımın iyi olduğunu biliyorsun ."
Ve kısa
bir sessizlikten sonra bunu yaptı.
Tom,
Harry'yi yedinci kata götürdü ve duvar halısının yanında durdu. Karşı duvarda
gizli bir kapı olduğunu biliyordu, bu yüzden kapı görünene kadar önünde volta
attı. Kapıyı açtı ve akla gelebilecek her şeyle dolu devasa odaya adımını attı,
Harry'yi de beraberinde sürükledi.
Ama
Harry etkilenmiş görünmüyordu. Şaşırmış bile görünmüyordu. Tom'un devam
etmesini bekliyormuş gibi görünüyordu, sanki oda sır olacak kadar ilginç
değilmiş gibi. İnanılmaz derecede sinir bozucuydu. Tom, Harry'nin bitmeyen
düşmanlık kabuğunu çatlatmak için bir tür coşku bekliyordu, ama tabii ki bu çok
kolay olurdu.
Tom
odaya doğru yürümeye devam etmeye karar verdi. Belki de ilginç bir şeye,
Harry'nin uygun sırlar için oldukça yüksek standartlarına uygun bir şeye
rastlarlardı. Harry onu takip etti, sanki bir şey arıyormuş gibi etrafına bakındı.
"Nasıl
buldun?" diye sordu Harry bir süre sonra.
"Bir
şey saklayacak bir yer arıyordum," diye yanıtladı Tom basitçe. Gerçek şuydu
ki, odayı, bazı şüpheli kitapları saklamak için güvenli bir yer ararken bulmuştu.
Girişin yakınında, büyük bir tuvalin arkasına gizlenmiş, dolu bir rafı vardı.
Harry
şimdi daha da ilgiliydi, hala ilgilenmediğini iddia etmeye çalışsa da. Gözleri
Tom'un parmağındaki eski aile yadigarı yüzüğe kaydı (nedense) ve sorularına
devam etti. "Gerçekten mi? Ne?"
Tom
durdu ve Harry'e gülümsedi. "Bu işler böyle yürümüyor. Bana bir şey verme
sırası sende."
Harry
ona sinirli bir şekilde baktı ve iç çekti. "Ne gibi?"
"Bir
cevap," dedi Tom ve Harry'e doğru döndü. "Voldemort'u nereden
biliyorsun?"
Harry
keskin bir nefes aldı, tüm vücudu kaskatı kesildi ve gözleri kocaman açıldı.
Tom bir süre bekledi, ama Harry sadece orada durdu, taş kesilmişti, tamamen
sessizdi.
"Sen
de o kadar masum değilsin, değil mi?" diye sordu Tom, sesinde biraz
tehlikeyle. "Bana Legilimency mi kullandın?"
Harry
yutkunup başını salladı.
Yalandı.
Tom'un Occlumency duvarlarından geçmesinin hiçbir yolu yoktu, tıpkı Tom'un
Harry'nin duvarlarından geçememesi gibi. Onun sırrı, çoğu insanın son derece etik
dışı, hatta bazı durumlarda yasadışı olarak gördüğü, şüphesiz çocukların
zihinlerini okumaktan daha kötü bir şeydi. Ve Harry kesinlikle böyle şeyleri
önemsiyordu.
Tom
bunu o kadar çok istiyordu ki başı ağrımaya başlamıştı.
Harry'nin
omuzlarını bir hevesle iki eliyle kavradı ve onu arkasındaki kitap rafına doğru
itti.
Harry'den
şaşkın bir çığlık attı ve büyük vazo yüksekten düşüp yere çarptığında yüksek
bir çarpma sesi geldi.
"Yalancı,"
diye fısıldadı Tom saldırganca, ona yaslanarak, parmaklarını küçük omuzlarına
öyle sert bastırdı ki eklem yerleri beyazladı. Harry'nin gözleri onun yoğun
bakışlarından kaçınıyordu.
"Değilim!"
diye bağırdı Harry, panik yükseliyordu. Nefes almakta zorluk çekiyordu.
Tom,
Harry'nin elinin cebinde saklı asaya doğru hareket ettiğini fark etti, ama o
daha hızlıydı.
Hareket
eden bileğini kavradı ve sertçe çevirdi, Harry'den kısa bir inleme sesi çıktı.
Asayı kitaplığa bastırdı.
Harry,
gizli bir girişin ardındaki bir odada sıkışmıştı, korkmuş görünüyordu, kimsenin
varlığından haberdar olup olmadığından emin değildi. Tom, kendisine ait olmayan
kalp atışını hissedebiliyordu, göğsünde çarpıyor, giderek hızlanıyordu.
Etkisini böyle hissetmek heyecan vericiydi—Tom'un damarlarında heyecan akıyordu.
Harry
boştaki elini hareket ettirdi ama uzağa gidemedi. Tom onu yakaladı ve Harry'nin
kafasının yanındaki rafa yasladı.
"şşştt
uslu dur" dedi alçak bir sesle, burnunu Harry'ninkine doğru neredeyse
değecek kadar iterek, gözlerinin içine bakarak. "Sadece söyle
bana."
Hareketsiz
kaldı, bir tepki bekledi. Hiçbir tepki gelmeyince, vücudunu daha da
yakınlaştırmaya karar verdi, ta ki kasıklarına bir şeyin battığını hissedene
kadar.
Harry
gözlerini kapattı. "Bırak beni," dedi güçsüzce, nefesi sıkışık ve
yanaklarında hafif bir kızarıklıkla.
"Bunu
gerçekten istemiyorsun, değil mi?" diye fısıldadı Tom, Harry'nin sıcak ve
yavaşça kızaran yüzüne doğru nefes alarak. "Sorun değil, bu bizim küçük
sırrımız olabilir."
Tom
tutuşunu gevşetti, elini yavaşça kol boyunca hareket ettirdi, parmaklarını
pürüzsüz tenine sürttü. Harry tamamen hareketsizdi ve Tom bıraktığında bile kolu
orada, rafa yaslanmış şekilde kalmıştı.
Tom
elini Harry'nin Slytherin kravatına götürdü, düğümünü biraz gevşetmek için
çekti. Parmakları Harry'nin boğazına doğru gitti, yavaşça adem elmasının
üzerinden geçti. Harry'nin yutkunduğunu hissetti ve elini boğazına dolayıp
sıkmak istedi, ama bunun yerine yanağına doğru hareket etti.
Kulağının
hemen altında bir nokta buldu, Harry'nin vücudunda gözle görülür dalgalanmalar
yaratan bir nokta. Harry'nin gözleri hala kapalıydı, ağzı hafifçe açık,
dudakları titriyordu. Ama artık sıkıntılı görünmüyordu.
"Pekala,
sohbetimize devam edelim mi, yoksa başka bir şey mi istiyorsun?" diye
sordu Tom, parmaklarını yumuşak çene kemiği boyunca gezdirerek.
Tom'un
gülümsemesine neden olan muhtaç bir baş sallama verdi.
"Bunu
tam anlayamadım" dedi yine de.
Harry
inatçıydı—sadece tamamen hareketsiz bekliyor, bunu yüksek sesle söylemeyi
reddediyordu. Tom çenesini hafifçe okşamaya devam etti ama hiçbir hareket
yapmadı, bu sessiz savaşı kazanmaya kararlıydı.
Zaman
durmuş gibi görünüyordu.
Tom,
Harry'nin inanılmaz inatçılığından bıkmaya başlamıştı, bu yüzden pes etti, ama
sadece biraz. Başını eğerek burnunu sıcak yanağına sürttü, neredeyse Harry'yi
öpecekti, dudakları birbirine değmeden hemen önce durdu.
"Sen
sadece başlat, gerisini ben hallederim," diye fısıldadı, Harry'nin hafif
açık olan ağzına doğru nefesini üfleyerek.
Harry
sızlanarak mesafeyi kapattı.
Bir
zafer gibi hissettirmişti, ama daha fazlası vardı. Özel bir şey, Tom'un
göğsünde bir ateş başlatan bir şey. Bunun ne olduğunu bilmiyordu, ama daha önce
hiç deneyimlemediği yeni bir tür tatmin gibi hissettiriyordu.
Tom sadece
bir saniyeliğine uzaklaştı, böylece Harry'nin gözlüklerini tutup yere
fırlatabildi.
Harry'yi
neredeyse saldırgan bir şekilde öpmeye başladı.
Elini
Harry'nin başının arkasına götürdü ve saçlarından tutarak onu daha da yakına
çekti, dudaklarına saldırırken onu sabit tutuyordu. Diğer eli hala Harry'nin
bileğini rafa yaslıyordu ve Tom onu orada tutmak istiyordu, bu yüzden
tutuşunu sıkılaştırdı.
Harry'yi
öpmek sarhoş ediciydi. Tom'a hemen teslim olmuştu ve muhtemelen Tom'un her şeyi
yapmasına izin verecekti. Tom, muhtaç dudaklar üzerinde tam bir güce sahipti.
Çok
uzağa hareket etmedi. Dağınık saçlarını sertçe çekti, Harry'nin başını eğdi ve
ağzıyla çıplak boynuna saldırdı. Dilini Harry'nin çenesi boyunca gezdirdi ta ki
kulağın hemen altındaki daha önce bulduğu noktaya ulaşana kadar. O noktayı öptü
ve dişleriyle sıyırırken vücudunu Harry'ninkine sürttü.
Sonunda
diğer bileğini bıraktı ama tıpkı diğeri gibi orada duruyordu: kitap rafına
yaslanmış, sanki görünmez bir güç tarafından tutuluyormuş gibi. Harry sadece
orada duruyor, hiç kıpırdamıyordu, sadece inliyordu ve Tom'un yapmaya karar
verdiği her şeye uyuyordu. Ve bu Tom'un hoşuna gidiyordu, tam da istediği gibi.
Tam da
istediği gibi .
Yeni
serbest kalan eliyle Harry'nin pantolonunu açtı ve nemli iç çamaşırının içine
girdi. Elini taş gibi sert erkekliğine doğru kaydırdı, sıkıca kavradı ve
okşamaya başladı, Harry'nin inlemesini sağlayan mükemmel ana kadar hızını ve
gücünü artırdı.
Harry
zihinsel olarak ayrılmak üzereyken Tom başını kaldırdı, burnunu Harry'nin
burnuna dayadı ve Harry'nin kapalı gözlerine baktı.
"Gözlerini
aç, Harry," diye yumuşak bir sesle emretti, ama Harry dinlemedi, belki de çoktan
çok ileri gittiği içindi. Tom elini Harry'nin boğazına götürdü ve hafifçe sıktı.
"Aç. Gözlerini."
Ve
Harry yaptı, göz kapakları yavaşça hareket etti, Tom'a doğrultulmuş bulanık
yeşil gözleri ortaya çıktı. Tom, Harry'nin en derin düşüncelerine doğru nişan
alarak, göz kapaklarına daldığında zafer kazanmış gibi hissetti. Ancak işe
yaramadı. Duvarlar tamamen sağlamdı, zayıflığa dair hiçbir ipucu yoktu.
Harry'nin
şu anda kendi adını bile bilmediğinden neredeyse emindi, ama bir şekilde
Oklümen kalkanlarını mükemmel bir şekilde yerinde tutmayı başarıyordu.
Harry
tam o anda geldi, aşırı uyarılmış bir karmaşa gibi inledi. Birkaç saniye sonra
Tom sadece onun yere yığıldığını duyabildi, çünkü çoktan girişe doğru
yürümekteydi.