YÜZÜ OLMAYAN BİR GELECEK 2 BÖLÜM
Tom sabahın geri kalanını yatakhanede, yatağında bir kitapla uzanarak, sessizce yeni öğrenciyi gözlemleyerek geçiriyordu. Harry sıkıntılı görünüyordu. Yatağın etrafında volta atıyor, meşgul görünmeye çalışıyordu, muhtemelen anlayamadığı bir sebepten ötürü Tom'dan kaçınmak içindi. Sandığı hala yerdeydi, tamamen açılmamış bir şekilde duruyordu. Tom'un teklif ettiği her türlü yardımı reddetmişti, gözlerini ondan kaçırmış ve cümlelerini kısa tutmuştu.
Tom sayfayı çevirdi. Elinde hangi kitabı tuttuğundan bile emin değildi. Aklı başka yerdeydi. "Yani, bana soyadını bile söylemedin."
Harry yatağına oturdu ve sırtını Tom'a döndü. "Neden umursuyorsun ki?" diye çıkıştı, korkmuş, köşeye sıkışmış bir hayvan gibiydi ve Tom bu ani düşmanlığı büyüleyici buldu. Ya da, belki de o kadar da ani değildi, çocuk şimdiye kadar pek de arkadaş canlısı davranmamıştı.
"Bana ilk isminle çağrılmak istediğini mi söylüyorsun?" diye sordu Tom, yapmacık davranmaya bile gerek duymadan gülümseyerek. "Bu kadar yakın, kişisel bir ilişkimizin olduğunu bilmiyordum, Harry." Tekrar kızardığını anlamak için çocuğun yüzünü görmesine gerek yoktu. Böyle birini sadece birkaç küçük kelimeyle sarsabilmek heyecan vericiydi.
"Ben Potter, tamam mı? Bana sadece Potter de," diye hemen cevapladı Harry.
Tom, Potter ailesine belli belirsiz aşinaydı; eski ama önemsiz bir safkan aileydi. Ancak, onların yaşlarında bir varisleri olmadığından neredeyse emindi ve okul transferinin arkasında daha büyük bir skandal olup olmadığını merak ediyordu.
"Fleamont Potter'la bir akrabalığın var mı?" diye sordu bunun yerine.
"HAYIR."
Tom mırıldandı. Belki yalan söylüyordu. Ya da belki de sadece rastgele bir melezdi,o büyücü ailesiyle hiçbir ilgisi yoktu. Böyle yaygın bir muggle ismiyle her yerden gelmiş olabilirdi. O bir Slytherindi, en azından bu yüzden bir bulanık olması çok olası değildi. Belki de Tom'un olduğu gibi nereden geldiğini bile bilmiyordu.
Tom kendi ismini düşündü ama sinirlenerek hemen bu düşünceyi aklından çıkardı.
Harry anlaşılması şaşırtıcı derecede zor birisiydi. Kendisinin çoğu parçasını açıkça duvarların ardında tutuyor, neredeyse kişisel olan her şeyi bile dikkatlice koruyordu. Ağzını açmadan önce her zaman kısa bir duraklama oluyordu, çünkü hiçbir şeyin ağzından kaçmadığından emin olmak ister gibiydi. Tom için tanıdık bir histi, ona doğal gelse bile.
Tom bir legilimensti, belki de henüz mükemmel değildi, çünkü bu onun için bile ustalaşması zor beceriydi. Ancak gençler sırları düşüncelerinde yeterince derinlerde saklamakta iyi değillerdi. Göz temasından sanki ölümcülmüş gibi kaçınmadıkları sürece, onları okumak kolaydı. Harry'nin tüm bu zaman boyunca yaptığı tam olarak buydu. Sanki bir basilisk ininde yürüyormuş gibi, her an ölümcül bir bakışla karşılaşmayı bekliyordu.
Ama ilginç bir meydan okumaydı. Ve eğer Tom sevginin ne olduğunu bilseydi, belki de bu meydan okumayı sevdiğini söyleyebilirdi.
Harry düşüncelerinde "Harry" olarak kalıyordu, bu garipti. Tom genellikle ilk isimleri kullanmazdı, çünkü bunun için bir sebep görmüyordu. Soyadları basitti, rahat bir şekilde ayrılardı. Ama çocuk ona bu şekilde tanıtılmıştı, sadece Harry. Belki de beyni çok verimliydi ve buna çoktan alışmıştı.
Onun küçük bir parçası ona adıyla seslenmeye devam etmek istiyordu, hatta yüksek sesle bile, ama bu kaba olurdu ve bu nedenle kabul edilebilir bir şey olmazdı. Bu yüzden yapmıyordu. Henüz değildi.
Slytherin masasına vardığında öğle yemeği yeni servis edilmişti, yanında biraz isteksiz görünen Harry vardı. Yeni gelene Büyük Salon'a kadar eşlik etmeyi teklif etmişti, reddedemeyeceğini biliyordu. Devasa kalenin geniş koridorlarında, özellikle karanlık zindanlarda kaybolmak kolaydı ve o aç olmalıydı.
"Bu Harry Potter. Bizim yeni oda arkadaşımız," diye onu grubuna tanıttı.
Harry rahatsız görünüyordu. Slytherin'leri basit bir "merhaba" ile selamladı ve oturdu. Diğerleri heyecanlılardı, Tom'un da bildiği gibi, gözleri parlıyordu, sanki şu anda takıntılı oldukları Quidditch yıldızları tarafından imzalanmış yepyeni süpürgeler almışlar gibi.
Harry yeni, parlak bir oyuncaktı. Ve Tom bunun başkalarıyla gönüllü olarak paylaştığı ilk oyuncak olduğunu fark etmişti. Bir anlığına neredeyse pişman olmuştu.
Avery soru üstüne soru yağdırmaya başladı ve Harry şaşırtıcı olmayan bir şekilde çoğunu görmezden geldi, geri kalanını mümkün olduğunca belirsiz cevapladı. Safkan aileyle akraba olmadığını öğrendiklerinde Malfoy ilgisini kaybetti.
"Pekala sen bulanık mısın?" diye sordu iğrenerek, sanki altında pis bir şey varmış gibi burnunu kırıştırarak.
Harry dişlerini gıcırdattı. "Hayır." Sesi yüksek çıkmıştı, tehlikeli ve Malfoy'a yakıcı bir meydan okumayla bakıyordu.
Daha önce olduğu gibi korkuya dair hiçbir ipucu yoktu. Belki de sessiz çocuğun gerçek bir omurgası vardı. Malfoy'un suçlaması, onun ilk kez duygu göstermesine neden olan bir tür tetikleyiciydi. Harry, bulanıklardan derinden nefret ediyor olmalıydı.
Tom'un ilk kez doğru düzgün görebildiği yeşil gözlerinin ardında şimdi şaşırtıcı miktarda tutuklanmış öfke vardı. Görünüşe göre Malfoy bir şekilde Harry'nin tüm dikkatini çekme ayrıcalığını kazanmıştı ve bu da Tom'u itiraf etmeye istekli olduğundan daha fazla rahatsız ediyordu.
Tom, büyümek üzere olan tartışmayı yatıştırmak zorundaydı ama aslında bunu yapmak istemiyordu.
Şaşırtıcı bir şekilde Malfoy devam etmedi. Gözlerini çevirdi, alışılmadık bir şekilde homurdandı ve yemeğinden bir ısırık aldı. Sanki etkileyici hiçbir şey yapmamış bu isimsiz çocuktan biraz korkuyormuş gibi. Tom, onların saygısını kazanmak için yaptığı onca şeyden sonra ufak bir kıskançlık sancısı hissetti.
Yine de Malfoy asla çok cesur ya da iradeli biri olmamıştı. Çocukluğundan beri parasının ve babasının nüfuzunun arkasına saklanmıştı, bir sorunu çözmenin sadece iki yolunu biliyordu. Ve Harry, ona bir sürü kalyon fırlatarak ya da babasına bir baykuş göndererek kurtulabileceği bir zorluk gibi görünmüyordu.
Harry'nin dikkati de yemeğine geri çekildi. Sanki Hogwarts'ta sıkıcı bir günmüş gibi, sanki yıllardır yapıyormuş gibi tabağına bir sürü yemek koydu. Büyük, kapalı yiyecek kapağının altında ne olduğunu ve hangi yeşil kristal sürahinin balkabağı suyuyla dolu olduğunu biliyordu.
Çok büyüleyici ve çok şüpheliydi.
Tom bir plan yaptı. İlk başta, Harry'yi sadece onunla aynı yurt odasını paylaştığı için yanına çekmesi gerektiğini düşünmüştü. Görünmeyen sonuçlara yol açabilecek herhangi bir garip durumdan kaçınmak için hepsini parmağının ucuna dolaması gerekirdi. Tom bile bazen yanlış yola sapabilirdi, özellikle de uyuduğu, en savunmasız olduğu kendi güvenli alanında.
Ama açıkça, Harry çoğu Slytherin'in sahip olmadığı bir şeye sahipti. Tom'un duygusal olarak değişken bir yıkım topu gibi toza dönüştüreceği duvarların ardında saklı bir cesaret, güç, hatta belki de pervasızlık izi vardı.
Bunu nasıl yapacağını zaten biliyordu. Daha önce birden fazla kızla, hatta bazı büyük Slytherin'lerle yapmıştı. Güçlü yanlarını biliyordu. Aşk çok saçma bir kavramdı, ama aşıkmış gibi davranmak çok kolaydı.
Öğle yemeğinden sonra daha fazla ders ve olaysız geçen bir akşam yemeği vardı. Harry geri kalanını takip ediyor ama mesafesini koruyordu. Her zaman yakındaydı ama hiçbiriyle sosyalleşmek istemediğini açıkça belli ediyordu. Tom ona en iyi, iç ısıtan gülümsemelerini göndermeye devam ediyor, yardımcı olmaya çalışıyordu, şüpheli görünmeden olabildiğince arkadaş canlısı davranmaya çalışıyordu.
Hatta biraz flört bile ediyordu ama ya Harry sosyal ipuçları konusunda çok kalın kafalıydı ya da Tom'un sesindeki imalı tonu tamamen görmezden gelme yeteneği vardı.
Ortak salona geri döndüler, yatmadan önceki birkaç boş saatlerinin tadını çıkarıyorlardı. Harry, pencerenin önündeki tenha bir koltuğa oturmuş, Büyük Göl'ün karanlık, bulanık sularına dalmıştı. Hem fiziksel hem de duygusal olarak bitkin görünüyordu.
Rosier bir yerlere gitmişti, muhtemelen Walburga Black'in külotuna girmeye çalışıyordu. Grubun geri kalanı ödevlerini yapıyor veya Tom'un kusursuz yazılarını kopyalamaya çalışıyorlardı, yakalanmamak için tembelce yeniden ifade ediyorlardı. Ödev, Tom'un dostluk denen alışverişte verebildiği basit, kolay şeylerden biriydi.
Biçimdeğiştirme ödevini tamamladı ve masadaki parşömen yığınına doğru fırlattı. Lestrange çaresiz bir çığlık attı, devam eden kendi çalışmasını çöpe attı ve Tom'un şaheserini yeni bir parşömen parçasına kopyalamaya başladı.
Harry aniden ayağa kalktı ve çantasını aldı. Tom'un gözleri Harry'nin sırtını takip etti. Harry boş yatakhaneye doğru çekilmişti. Bu bir fırsattı.
Tom birkaç dakika bekledi ve onu takip etti. Gürültüden kaçınmak için odanın kapısını dikkatlice açtı ve içeri süzüldü. Harry yatağında, karnının üstünde, başı kollarının altında yatmaktaydı.
"İyi misin?" diye sordu Tom, sesinde tam kararında bir endişeyle. Bunu yıllar önce mükemmelleştirmişti çünkü üzgün, yorgun insanlar en savunmasız hallerinde olurlardı. En kolay avlardı.
Harry irkildi, ama ayağa kalkmadı, hatta başını bile kaldırmadı. Tom bundan cesaret aldı ve birkaç adım daha ileri giderek Harry'nin yatağının yanında durdu. "Bir şeye ihtiyacın var mı?" diye devam etti, sempatiyi taklit etmek için elinden gelenin en iyisini yapıyor, durumu daha iyi ölçmek için bir tür tepki vermeye çalışıyordu.
Harry tepki vermedi.
Tom her durum için doğru şeyi yapmayı bilirdi, doğal davranmayı bilirdi, ancak en iyi eylem yolunu belirlemek için bir okuma yapması gerekirdi. Bir tür geri bildirime ihtiyacı vardı. Vücut dili, ifade, ton, her şey.
Hiçbir şey yoktu. Tom farklı bir yol izlemek zorunda kaldı. Harry'nin yatağının kenarına, çocuğun hemen yanına oturdu ve sabit bir şekilde elini omzuna koydu. Ve sonunda bir tepki aldı.
Beklediği gibi değildi. Ve kesinlikle istediği gibi de değildi.
Dürüst olmak gerekirse, Tom şelaleler bekliyordu. Ağlamak, insanlar bitkin olduklarında, sırlarının altında gömülü olduklarında, sonunda baskı altında kaldıklarında genelde yaptıkları şey bu olurdu. Ağlayacak bir omuz ararlardı ve sonra o omuza bağlı olan kişiye karşı kendilerini borçlu hissederlerdi. Tom çok uzun zamandır ağlamamıştı. Gözyaşları taklit edilmesi en zor olandı.
Aynı zamanda anlaşılması en zor insan ihtiyaçlarından biriydi, ama neyse ki buna ihtiyacı yoktu.
Özellikle bu durumda, yakın gelecekte ağlama ihtimali kesinlikle sıfır olduğundan. Ama yangın vardı.
Harry ayağa kalktı, hızla, sanki Tom'un eli onu damgalamaya hazır, kızgın bir demirmiş gibi. Arkasını döndü, sonunda Tom'un gözlerinin içine bakarak bağırdı, "Bana dokunma!"
Çok fazla öfke vardı ve anlaşılmaz bir sebepten ötürü hepsi ona yönelmişti. Harry çiğ, gürleyen bir öfke içinde boğuluyordu. Zayıflık yoktu, üzüntü yoktu, Tom'un kullanabileceği hiçbir şey yoktu. Sadece saf nefret vardı, o da şişelenmiş ve sonunda serbest bırakılmıştı. Bu bir güçtü ve Tom’un önünde duran kişi Harry olmasaydı nefes kesici derecede güzel olabilirdi.
Ama öyleydi. Ve buraya nasıl geldiklerine dair hiçbir fikri yoktu.
Ve tabii ki, sanki hayatı buna bağlıymış gibi göz temasını koruyan Harry, hayatında karşılaştığı tek genç oklumendi.
Tom yıllar sonra ilk kez kendini güçsüz hissediyordu.
Kimse Tom Riddle'dan nefret etmezdi. Tom Riddle kusursuz bir poster gibiydi: mükemmel notlara, mükemmel tavırlara ve mükemmel bir hayata sahip uzun boylu, yakışıklı bir genç adamdı. Yabancılara karşı nazikti ve gerçekten iyi bir arkadaştı. Elbette bazı insanlar biraz kıskanç olabilirlerdi, ancak kimse ondan gerçekten nefret edemezdi.
Profesör Dumbledore hariç.
Ve görünüşe göre Harry Potter.
Tom, Dumbledore'un kendisinden neden nefret ettiğini biliyordu. Dumbledore onun sahte kimliğini görüyordu. Onunla yetimhanede tanışmıştı, Tom'un son kötü ilk izlenimini bıraktığı yerde. O son hata, kötü giyimli yaşlı bir adam şeklinde onu sonsuza dek rahatsız edecekti. Ama en azından nedenini biliyordu. Bununla başa çıkabilirdi.
Harry'e hiçbir sebep vermemişti. Her şeyi doğru yapmıştı. Bir planı vardı ve onu mükemmel bir şekilde uygulamıştı. Yine de sonuç bir felaketti. Hazırlıklıydı. Harry'nin sandığı kadar kolay olmaması durumunda yedek planları da vardı.
Bunu hesaplamalarına dahil etmemişti. Kimse Tom Riddle'dan nefret edemezdi. Gerçek buydu, tüm stratejisinin omurgasıydı.
Tom paniğe kapıldı.
Belki Harry'i öldürmesi gerekiyordu. Bu karmaşaya mantıklı tek çözüm gibi görünüyordu. Yapabileceği tek şey buydu. Bu durumla başa çıkamazdı, kontrol edemediği insanların etrafında olması mümkün değildi. Her şeyi, tüm planlarını mahvedecekti. Yıllardır çok dikkatli bir şekilde inşa ettiği tüm lanet hayatını.
Ama onlar yatakhanedelerdi ve her yerde insanlar vardı. Cesedi saklamak neredeyse imkansızdı. Slytherin olabilirlerdi ama Tom, ortak salondan bir cesedi sürüklerse birinin müdahale edeceğinden oldukça emindi. Belki de onu yatağın altına saklayabilir ve gecenin bir vakti taşıyabilirdi.
Çocuk küçüktü. Belki bedeni bir sandığa sığabilirdi. Birkaç stratejik diffindo attıktan sonra sığacağından emindi.
Tom pencereye baktı ve bir şekilde cesedi pencerenin diğer tarafına ışınlayıp, kara gölün dibine düşürebileceğini düşündü.
Düzgün düşünemiyordu. Kontrolünü kaybediyordu ve bu olabilecek en kötü şeydi.
Asasını kaldırdı, vücudu kendi kendine hareket etti.