ÇİRKİN İMPARATORİÇE//THE UGLY EMPRESS 2 BÖLÜM

 Odanın dışında bekleyen hizmetçiler, bir şaka bekledikleri sırada tokatla şok oldular ve elleri aşağıda, aceleyle geri çekildiler.


Teng Yun bitkindi. O tek tokat tüm gücünü tüketmişti. Yatağa oturdu ve gözlerini kapatmak için elini kaldırdı. Eli şişmiş elmacık kemiğini sıyırdığında acıyla sızladı. 

Teng Yunun, bu çirkin imparatoriçeye ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Çirkin doğduysa, dokunulduğunda yüzü neden acıyordu? Belli ki bir çeşit yaraydı.

Ama şu an bunu düşünecek gücü yoktu. Aslında, çok fazla güç kullanarak bu ödünç alınan kabuğu neredeyse kırdığını hissediyordu. Yatakta felçli bir şekilde oturuyor ve nefesini yeniden kazanmaya çalışmak bile epey çaba sarfetmesi  gerekiyordu.

Teng Yun bilinçsizce uykuya daldı ve bir sürü garip rüyalar gördü. Rüyasında general olarak atandığını ve sonunda yakalanıp öldürülmeden önce on yıl savaşa gittiğini, ayrıca Teng Ülkesi bitmek bilmeyen bir iç savaşın ortasındayken ülkesinin Xue Junliang tarafından fethedildiğini ve sonunda, ülkesinin tamamen yok olduğunu gördü. 

Teng Yun ter içinde uyandı. Odasının dışından gelen belli belirsiz gürültüyü ve kargaşayı duyabiliyordu. Teng Yun kaşlarını çatarak yataktan kalktı. Kapıyı açar açmaz, dışarıda bekleyen hizmetçi onu karşıladı. 

Şeftali renkli giysili hizmetçi, şimdi şişmiş bir yanağa sahipti ve biraz korkmuş görünüyordu, "İmparatoriçe... İhtiyacınız olan bir şey  mi var? Xiu Yao size yardım edecek."

Teng Yun hiçbir şey söylemedi ve ona baktı. Xiu Yao titredi, yanaklarının acıyla zonkladığını hissedebiliyordu. Yine yanlış bir şey mi söylemişti? 

Aslında Xiu Yao yanlış bir şey söylememişti. Ama Teng Yun, bir hizmetçinin dışarı çıkmak istediğinde bir İmparatoriçeyi durdurmasının garip olduğunu düşünüyordu.

Teng Yun, bu Çirkin İmparatoriçe'nin itibarını bilmiyordu. İmparator Xue ve Defei ona her zaman dalga geçer  gibi davranmışlardı, bu yüzden Defei bu fırsatı değerlendirmiş ve insanlara İmparatoriçe'nin soylu bir kadın olmasına rağmen görgü kurallarının o kadar da asil olmadığı söylentilerini yaymasını emretmişti. 

O andan itibaren, bu bahane yüzünden İmparatoriçe odasına kapanmış  ve dışarı çıkması kısıtlanmıştı.

Xiu Yao, İmparatoriçeyi durdurmaya cesaret edemedi. Sonuçta, Majesteleri bu İmparatoriçe'nin dışarı çıkmasını özellikle yasaklamamıştı. Ayrıca, İmparatoriçe hala İmparatorluk Hareminin hanımıydı. Defei kibirli olabilir ve Majestelerinin verdiği lütfa güvenebilirdi ama rütbesi hala daha düşüktü. 

Odadan çıktıklarında Teng Yun, "Neden bu kadar gürültü var? " diye sordu.

"Majestelerine cevap veriyorum" dersini almış olan Xiu Yao saygıyla cevapladı, "Bugün Majestelerinin Teng Ülkesinden olan mahkumu idam ettiği gün, bu yüzden herkes kutlama yapmak  için çiçek bahçesinde toplandılar"

"hmm..."

Teng Yun aniden kalbi donarken sesini kaybetti; sakinliğini korumak giderek zorlaşıyordu, "Öyleyse... mahkumun cesedi Teng Ülkesine geri mi gönderildi?" 

"Hayır, gönderilmedi" Xiu Yao, "Bu hizmetçi, elçilerin cesedi Teng Ülkesine geri götürülmelerine izin verilmediğini duydu. Majesteleri şimdiden büyük bir cenaze töreni düzenlenmesini emretti." dedi.

"Büyük cenaze mi? Büyük cenaze..."

Teng Yun neredeyse yüksek sesle gülecekti. Xue Junliang kesinlikle gücünü ortaya koyuyordu. Düşman bir ülkenin prensi olan Büyük General'i kendi elleriyle öldürmüş, sonra da cesedi buraya gömmek için mi yanında tutmuştu?  Merhamet mi göstermeye çalışıyordu?

Teng Yun için bu bir cömertlik gösterisi değildi. Bir Teng vatandaşı olarak, eğer seçebilseydi, ölümünden sonra bile bu düşman topraklarda kalmayı kesinlikle istemezdi. 

"Majesteleri? Sorun ne? Kendinizi iyi hissetmiyorsanız, imparatorluk doktorlarını çağıracağım"

Xiu Yao, İmparatoriçe'nin sallandığını gördü ve çabucak yardımına koştu. Xiu Yao genellikle İmparatoriçe'yi küçümseyip kaba bir şekilde konuşsa da, bu çirkin kadının taç giymesinin ve İmparatorluk Hareminin başı olarak sıkıca oturabilmesinin hala bir nedeni vardı. Küçük erkek kardeşi Feng Ülkesinin kralıydı.

Bu nedenle, Xiu Yao hala bu çirkin imparatoriçeye bakmak zorundaydı.

Teng Yun ayaklarını sabitledi ve "Hadi dışarı çıkalım" dedi.

Bu sefer, Xiu Yao itaatkar bir şekilde arkasından takip etti, bir daha herhangi bir fikre sahip olmaya cesaret edemedi.

İkisi salonun kapısından çıkar çıkmaz uzaktan parlak sarı giysiler içinde birinin geldiğini gördüler. Bu kişi küçüktü ve bir çocuk gibi görünüyordu.

Ayaklarında bir çift küçük mavi-siyah çizme vardı ve küçük sarı cübbe giyiyordu. Ellerini arkasında birleştirmiş hızlı hızlı yürüyordu. Gergin görünen bir hizmetçi onu yakından takip ediyordu. 

Yaklaştıklarında, Teng Yun yaşlı hizmetçinin "Veliaht Prens, lütfen yavaş yürüyün... Yavaş yürüyün... Biriyle çarpışırsanız başınız belaya girer!" dediğini duyabiliyordu.

Küçük çocuk, "Kim benimle çarpışmaya cesaret edebilir? Bu ünlü İmparatoriçeyi görmek istiyorum" dedi.

Hafifçe işitilen konuşmalarından Teng Yun, bu küçük Veliaht Prens'in özellikle buraya küçük bir şey bulmak için geldiğini tahmin edebiliyordu.

İmparatoriçe Xue Junliang'ın yasal karısı ve İmparatorluk Hareminin başıydı, Veliaht Prens, biyolojik annesi olmasa bile ona 'İmparatoriçe Anne' demeliydi.  Ama belli ki bu yeni doğan prens buzağı, kendisini Çirkin İmparatoriçe'den daha yüksekte sanıyordu.

Teng Yun 'kendi' ölüm haberini duyduğunda kalbi buz gibi soğumuştu. Artık kimliği farklı bir kişiye ait olduğuna göre, bu ülkeye nasıl sadık olabilirdi? Yine de Teng Yun hala barışmamıştı...

Ve o anda biri gelip onda kusur bulmaya çalışıyordu. Aynı şekilde, Teng Yun bu fırsatı öfkesini dışa vurmak için kullanabilirdi.

Küçük Veliaht Prens gelişigüzel yürüyordu, tam alt basamağı çıkmaya başlarken, ancak o zaman yukarı baktı ve Teng Yun'u kapının tam yanında dururken buldu.

Küçük prens hiçbir şeyden korkmadığını söylese de aslında o sadece yedi ila sekiz yaşlarında bir çocuktu. Teng Yun'u yüzünün bir kısmını  gördüğünde, o kadar ani bir şekilde iki adım geri gitti ki, yaşlı hizmetçi onu yakalamasaydı, poposu merdivenlere değecek ve aşağı yuvarlanacaktı.

Teng Yun, küçük prensin yüzüne tuhaf bir ifadeyle baktığını görünce eğlendi. Hatta bronz aynada kendini ilk gördüğünde o da korkmuş ve gözlerine inanamamıştı. Yüzü morarmıştı, yanakları şişmişti ve hatta neredeyse gözlerini kapatacak kadar kan lekesi benzeri izler vardı. 

Ama küçük Veliaht Prens, Teng Yun'un dünyayı görme deneyimine ve bilgeliğine sahip değildi, bu yüzden sadece uzun bir süre boş boş bakabildi. Yavaş yavaş sakinleşti ve alay etti, "Korkutucu değil, sadece dehşet verici."

Görgü kurallarını gerçekten bilen arkasındaki yaşlı hizmetçi, Küçük Prens'in konuşmasını nasıl kontrol edeceğini bilmediğinden korkuyordu. Hemen diz çöktü ve "Bu yaşlı hizmetçi Majesteleri, İmparatoriçe'ye saygı gösteriyor" dedi.

"Jiang Yu, kalk." Küçük Veliaht, yaşlı hizmetçiye baktı.

Dikkatli konuşma ve düşünceli eylemlere sahip hizmetçinin adı  Jiang Yu idi. O, Xue Junliang'ın kendisine hizmet etmiş olan İmparatorluk Sarayı'nın Baş Kahyasıydı. Daha sonra, Xue İmparatoru tek oğlunu çok sevdiği için Jiang Yu'yu Veliaht Prens'e hizmet etmesi için göndermişti. 

Teng Yun hiçbir şey söylemedi, bu yüzden Jiang Yu kalkmaya cesaret edemedi. Küçük Veliaht, kendi uşağının sözlerini dinlemediği için gitgide daha fazla hoşnutsuz hale geliyordu. "Jiang Yu, neden onun için diz çöküyorsun? Güçlü Xue Ülkemizin bu Çirkin İmparatoriçe'den korkmasına gerek yok. O sadece bir evlilik ittifakı için burada. Biz zaten Teng Ülkesini fethettik,  Feng Ülkesini fethetmemiz an meselesi."

Bunu duyan Teng Yun soğuk bir şekilde güldü ve "Veliaht Prens, hiç kitap okudun mu?" diye sordu.

Küçük prens çenesini Teng Yun'a doğru kaldırdı, gözlerinin içine baktı ve "Tabii ki kitap okudum. Okuma yazma bilmediğimi mi düşünüyorsun?"

"Bu garip." Teng Yun, "Eğer eğitimliysen, nasıl oluyor da eğitimsiz bir çocuk gibi saçma sapan konuşuyorsun?" dedi.

Bu blogdaki popüler yayınlar

O BÜYÜDÜĞÜNDE-1 BÖLÜM

O BÜYÜDÜĞÜNDE-FİNAL

KAKOET 1 BÖLÜM--TOM RİDDLE//HARRY POTTER