BİR ÖPÜCÜKLE ÖLDÜRMEK 8 BÖLÜM
Harry ve Tom, Hogwarts'ın kadim labirent koridorlarında zikzaklar çizerek ilerlediler. Birbirlerine söyleyecek hiçbir şeyi olmayan yabancılar gibi ya da birbirlerini çok iyi tanıyan, artık söze gerek duymayan eski dostlar gibi sessizce yürüyorlardı; Harry hangisi olduğuna karar veremiyordu. Yürürken Tom'a baktı ve biran için nefes alamadı. Harry onun hortkuluğuydu... Adını koyamadığı bir şey kalbini parçalıyordu; Cruciatus lanetine benziyordu ama çok daha tatlıydı.
Arkasında bıraktığı gelecekte o ve Harry amansız düşmanlardı. İki günce kırda yürüyen ve birlikte gülen iki 'arkadaş'lardı. Ama bugün, aralarında titreşen bu ani sessizlikte nihayet bunu hissedebiliyordu: aralarında hem düşmanlıktan hem de dostluktan daha derin bir şeyler vardı. Harry onun kayıp ruhunun bir parçasını içinde taşıyordu. Onlar birlerdi, Lord Voldemort ve Sağ Kalan Çocuk. Acaba onlar gibi başkaları da var mıydı?
Gelecekte çok kısa bir süre görüşmüşlerdi. Karşılaşmaları dehşet ve karanlıkla dolu bir kabusun parçalarıydı. Ama o orada olmasa bile, rüyalarında hep gölgesi olurdu. Her zaman zihnindeydi ama o zamanlar onu tanımıyordu; Harry bir zamanlar gözlerinin o yumuşak bakışını bilmiyordu; Gülüşünün tınılarını bilmiyordu. Artık ne kadar da farklıydı! Şimdi ona baktığında, gelecek uzaklaşıyor gibi görünüyordu ve Tom'un, yumuşak bukleli genç adam olması gerektiğini hissediyordu, geleceğin o karanlık büyücüsü değil. Belki de Voldemort bir rüyadan başka bir şey değildi ha?
'Ne olduğumu biliyor musun Tom? Ah, nasıl bilebilirsin? Gelecekte bile bunu bileceğini sanmıyorum. İkimiz hakkındaki kehanetlerden korktun ve ölmemi istedin. Ama merak ediyorum... Sonuçta içinde benim ne olduğumu yarı yarıya anlayan bir şey yok muydu? Ölüm yiyenlerin beni kolaylıkla öldürebilirdi ama bir şey, belki de kalbindeki tuhaf bir fısıltı, onlara bana dokunmamalarını, yalnızca senin olduğumu söylemeni sağladı?
Şimdi hissedebiliyor musun, Tom? Beni tanıdın mı? Hayır, zihnin çok meşgul, bunu şimdi hissedebiliyorum. Abraxas'ı, dudaklarının benimkine değmesini ve onu parçalara ayıran yılanlarını düşünüyorsun...'
"Tom?"
Tom döndü ve dalgın dalgın ona baktı. "Ne?"
"Sadece bana yardım etmeye çalışıyordu. Oyunda yani. Öpücüğün olduğu son sahnede. Yılanları düşünmeyi durdurur musun?"
"Yılanlar mı?" Tom bir anlığına şaşkınlıkla ona baktı ve sonra iyice kızardı. "Merlin, zihnimi rahat bırak, Elias!"
Artık Tom'un ofisine varmışlardı. Tom kapıyı hızla açtı. Ofis, Harry'nin oraya en son girdiği zamanki kadar sıcak ve misafirperverdi,şöminedeki ateş neşeyle çıtırdıyordu.
"Otur. Kapıyı kilitleyeceğim ki kimse bizi rahatsız etmesin."
Harry oturmadı; o sadece durdu ve Tom'a baktı. Koyu buklelerine. Gri gözlerine. Çok insani bir şekilde yüzü kızarmıştı...Voldemort mu? Şimdi ona bakınca bir gün Voldemort olması imkansız görünüyordu. Keşke zamanı sabit tutmanın bir yolu olsaydı, böylece gelecek asla gelmezdi...
Tom aniden ona döndü. Gözleri artık birdenbire kararmıştı ya da belki de yüzünün öyle görünmesine neden olan şey, ateşten gelen ışık ve gölgelerin yüzüne düşmesiydi. "Ona aşık mısın, Elias?" Sesi boğuk geliyordu.
"Kime...? Ah, Abraxas'a mı demek istiyorsun?" Harry halıya baktı, yanakları yanıyordu. "Bilmiyorum. Sanmıyorum... Onu öpmeyi Araminta'yı öpmekten daha çok sevdim ama belki de o bu konuda daha iyi olduğu içindi. Bana nasıl öpüşüleceğini öğretmeye çalışıyordu, anlıyor musun..."
"Sana nasıl öpüşüleceğini öğretmeye mi çalışıyordu?" Tom'un sesi artık bir fısıltıdan farksızdı. "Sanırım uçarı Bay Malfoy'un hatırı sayılır bir tecrübesi olabilir ama bu onu öpüşme konusunda uzman yapmaz. Dudağın...onun dudaklarının sert saldırısı yüzünden morarmış." Bir parmak Harry'nin şişmiş alt dudağına hafifçe dokundu. "Ve bu şekilde kendini sana doğru itiyordu..." Tom'un parmağı hâlâ dudaklarının üzerinde duruyordu. "Öpüşmenin böyle olması gerekmiyor. Daha çok... böyle olması gerekiyor..."
Bir sonraki an, yumuşak titreyen dudaklar Harry'nin dudaklarını buldu ve kendisine ait olmayan bir isim fısıldandı: "Elias..."
Bir an için Harry çok yüksek bir yerden düşme, büyük siyah ve gümüş rengi bir rüzgar tarafından sürüklenme gibi garip bir duyguya kapıldı. Tom'un dudakları ağzını, yüzünü okşadı... Bu gerçek olamazdı. Voldemort... Hatırlamaya çalışmalıydı... Ama Karanlık Lord'a dair tüm anıları solmuştu, Tom'un nazik öpücükleri altında bir rüya gibi kaybolup gitmişti. Hiç düşünmeden Tom'a karşılık verdi.
Şimdi dudaklarına, yüzüne, saçına çılgınca öpücükler konduruluyordu... Harry nefes alamıyor, düşünemiyordu... Bütün gerçeklik, vücuduna, zihnine, ruhuna yayılan alevin içinde erimiş gibiydi. . Teninin üzerinde üflenen bir isim vardı. "Elias..."
"Hayır, Elias değil." Harry dudaklarını Tom'un boğazının sıcaklığına gömdü. Sözler ağzından istemsizce döküldü. "Benim adım Elias değil. Ben Harry'yim."
"Harry mi?" Gümüş gözler ona hayretle baktı. "Adın Harry mi?" Hafif bir gülümseme: "Evet, sanırım bu isim sana daha çok yakışıyor." Tom, Harry'nin itirafını sanki dünyadaki en doğal şeymiş gibi tereddüt etmeden kabul etti. "Neredeyse tanıdık geliyor. Belki de rüyamda Harry adında birini gördüğüm içindir..."
Tom onu sıkıca tuttu. Harry göğsündeki kalbinin öfkeyle attığını hissetti. Gelecekteki düşmanının kucaklaşması korkunç derecede yanlış gelmeliydi ama öyle değildi. Her nasılsa, gerçekliğin kendisi yoldan çıkmış, zamanın ve anıların çarpık bir karmaşasında umutsuzca kaybolmuş gibiydi. Henüz bir gelecek yoktu. Voldemort yoktu. Sadece şu an vardı ve o, kollarında sıcacıktı. Sonsuzluk gibi görünen bir süre boyunca, birbirlerine umutsuzca tutunarak, kollarını birbirlerine dolayarak hareketsiz durdular.
Tom fısıldadı: "Sana aşık olmuş gibiyim, Harry..."
Adının, gerçek adının o huzurlu ses tarafından söylenişi, Harry'nin omurgasından aşağı zevk karışımı bir ürperti gönderdi. Tom... acaba ona ne zaman aşık olmuştu? Bir dakika önce onu öptüğünde mi? İki gün önce güneşin altında birlikte yürüdükleri zaman mı? Ya da belki de en başından ruhunun bir parçasını kalbinde hissettiğinde? Bunların hiç birinin bir önemi yoktu... Her şey bir rüya gibi geliyordu. O hariç her şey.
Tom titreyen eliyle Harry'nin yanağını hafifçe okşadı. "Şimdilik dikkatli olmamız lazım ama gelecek sene mezun olduğunda belki bunu yapabiliriz..."
"Ah, gelecek hakkında konuşma!" Harry'nin dudakları Tom'un dudaklarını buldu ve onları çılgınca öptü.
Tom da karşılık olarak ona ateşli bir öpücük verdi. Fısıldadı: "Özür dilerim, Harry, bu benim küstahlığımdı... öyle demek istemedim..." Tereddütle geri çekildi. Harry gümüş rengi gözlerde ani bir panik parıltısı gördü. "Beni öptüğünde, senin de aynı şekilde hissettiğini düşündüm... Üzgünüm, yapmamalıydım..."
Harry kollarını Tom'a doladı ve onu sıkı tuttu. "Tom... Ben... seni seviyorum..." Sesinin titrediğini hissedebiliyordu. "Şu anda, burada, seninle birlikte olmak istiyorum. Geleceği düşünmeye dayanamıyorum..." Dudakları tekrar Tom'unkileri buldu. Kalbinin göğsünde güm güm attığını hissediyordu. Kehanet ve onu mezarlığa götüren kupa hakkında belli belirsiz bir şeyler hatırlıyor gibiydi, ama bu anılar artık yırtılan gömleğiyle karşılaştırıldığında sadece gölgelerden ibaretti
Titreyerek ve nefes nefese bir halde birbirlerine çöktüler. Harry başını Tom'un omzuna yasladı, teninin kokusunu içine çekti. Tom'un dengesiz parmakları tekrar tekrar Harry'nin saçını okşadı. Saçını Harry'nin alnından uzaklaştırdı ve dudaklarını yara izine bastırdı.
"Kimsin sen, Harry?"
Harry uzanıp eliyle Tom'un yüzünü takip etti.
"Bilmiyorum..."
*****
Sabaha kadar birlikte kaldılar, ateşin önünde birbirlerine sokulu halde. Tom her ikisinin üzerine bir battaniye örtmüştü. Ten tene temas ediyordu.
"Sanırım bunu kolaylaştırabilecek büyüler var..." diye soludu Tom, Harry'nin kulağına doğru. "İçeride... Eğer istersen her zaman onlara bakabilirim."
Harry gülümsedi. "Bilge profesör Riddle..."
Tom kızardı. "Küstahlığınız nedeniyle sizi cezalandırabilirim Bay Black."
"Mükemmel fikir" diye fısıldadı Harry. Gözleri buluştu ve ikisi de çaresizce gülmeye başladı.
Ancak arzunun ve zevkin öfkeli alevleri arasında Tom konuştu. Harry'yle her türlü şeyden yavaşça konuştu. Yetimhanedeki hayatından, yalnızlıktan, açlıktan, dayaklardan, okul günlerinden ve hayallerinden bahsetti. Babasından söz etti ama on altı yaşında bir çocuk olarak Küçük Hangleton'a gidip babasını arama kısmına geldiğinde sustu. Harry iştahla dinliyordu, Tom'un sırlarının her birini hafızasına kaydediyordu, sanki gizemli hazinelermiş gibi onları zihninde bir kenara itiyordu. Tom'un beşinci yılında Acacia adında siyah saçlı bir Ravenclaw kızıyla ilk beceriksiz öpücüğünün hikayesine ve Harry'nin Cho'yla olan tuhaf randevusuna ilişkin anılarına birlikte güldüler. Harry onunla nerede tanıştığından ya da o korkunç Sevgililer Günü'nde gittikleri çay dükkanının Madam Puddifoot'a ait olduğundan bahsetmedi.
Harry, Tom'a her şeyi anlattırdı; yetimhanedeki diğer çocukların isimlerini ve yüzlerini, Dumbledore'un onu Hogwarts'a davet etmek için geldiği günkü duygularını, muhteşem Diagon Yolu'na ilk yolculuğunu, Hogwarts'a ilk bakışını, derslerini, yalnız geçen yazlarını, Walburga'ya kur yapmasını...
Sonunda Tom tüm sorularını bir öpücükle durdurdu. "Yeter, Harry! Seninle konuşmak çok kolay. Hiç kimseyle böyle konuşmadım. O yeşil gözlerinde tehlikeli bir sihir var; bana böyle baktığında sana söylemeyeceğim hiçbir şey yok ... "
Tom dudaklarının altından inlemeye başlayana kadar Harry de onu öptü. "O halde bana babandan bahset." geri çekildi ve bekledi.
"Babam mı?" Tom'un yüzü şimdi kar kadar beyazlamıştı. "Bana neden onu soruyorsun, Harry? Merlin, sen nasıl bir büyücüsün?"
Harry elini onun solgun yanağına dayadı. "Bilmek istiyorum Tom. Bana bunun nasıl olduğunu anlatmanı istiyorum."
Tom uzun süre sessiz kaldı. Sonunda fısıldadı: "Onun nasıl biri olduğunu merak ediyordum. Küçüklüğümden beri onu, annemi ve beni bu kadar kalpsizce terk eden adamı merak ediyordum. Çok küçükken, Rüyamlarda bir gün benim için geleceğini, yetimhanenin kapısında yakışıklı ve güler yüzlü bir şekilde durup "Oğlum için geldim" deyeceğini hayal ederdim. Sonra bir gün, onu bulmaya gittim. Büyük, heybetli evin önünde durup düşünmek ne kadar da garipti... Zili çaldım ve babam açtı. Onu hemen tanımıştım. Anlayacağın ona benziyorum. Ama o çok zarif, varlıklı bir beyefendi gibi giyinmişti ve ben de yetimhaneden bana verilen ince, ikinci el kıyafetler giyiyordum. Bir an birbirimize baktık. Belki bana gülümseseydi her şey farklı olurdu. Yetimhanede yaşadığım istismar ve ihmalle dolu yılları, bana gülümseseydi belki affedebilirdim. Ama yapmadı. Sadece bana baktı, gözleri soğuktu ve şöyle dedi: "Sanırım para istiyorsun. O halde içeri gelsen iyi olur." Beni, yaşlı bir hanımla beyefendinin oturup çay içtiği muhteşem bir oturma odasına götürdü ve onlara şöyle dedi: "Cadının oğlu burada. Ona cömertçe para ödesek iyi olur, böylece geri dönmez. Anne, bir çek yazar mısın?" Beyaz saçlı bayan bana büyük bir tiksinti ifadesiyle baktı ve dedi: "Evet, elbette Tom. Ona ne kadar ödememiz gerektiğini düşünüyorsun? Beş bin pound mu yoksa on mu?"
Tom yutkundu. "Sonra asamı çıkardım ve kadim laneti söyledim. Babamı, büyükannemi ve büyükbabamı öldürdüm. Sonra onları o güzel oturma odasında yere düşmüş halde bıraktım. Kimse beni görmeden çıktım, yetimhaneye dönene kadar ağlamadım." Bakışlarını Harry'den kaçırdı.
Harry onu nazikçe öptü.
"Ne yapıyorsun? Beni öpüyor musun? Katil olmam seni rahatsız etmiyor mu?"
"Elbette öyle. Ama seni ilk gördüğümden beri bunu içten içe biliyordum Tom. Babanı öldürdüğünü her zaman biliyordum. Ancak ağlaya bildiğini bilmiyordum. "
Tom başını Harry'nin göğsüne gömdü. "Beni hâlâ sevebilir misin? Ne olduğumu bildikten sonra bile?"
Harry yumuşak koyu bukleleri nazikçe okşadı. "Seni sevmekten asla vazgeçebileceğimi sanmıyorum..."
Tom: "Kimsin sen, Harry? Hangi tuhaf ve harika sihir seni hayatıma getirdi? Nereden geldin?"
Harry başını salladı. "Sana söyleyemem Tom. Henüz değil. Benim de anlamadığım o kadar çok şey var ki."
Tom ayağa kalktı ve buruşuk kıyafetlerine uzandı. "Neredeyse sabah oldu, Harry. Bak, hava aydınlanmaya başlıyor. Yatakhanene geri dönmelisin... Ama diğer tüm zamanlarda bana geri döneceğine söz ver"
Harry gülümsedi ve kendi kıyafetlerini buldu. Tom'unkinden daha iyi durumda değillerdi. "Söz veriyorum Tom."
Artık giyinmiş olan ama dağınık bukleleri ve darmadağınık elbiseleriyle pek düzgün görünmeyen Tom, masasını karıştırdı. "Al, Harry. Gitmeden önce sana bir hediyem var."
Bir şey uzattı ve onu Harry'nin eline koydu. Parmaklarında ağır, pürüzsüz ve soğuk bir his vardı. Bu, "S" şeklinde yılanlarla süslenmiş gümüş bir madalyondu.
"Ah." Harry kalbi küt küt atarak madalyona baktı.
"Bunun ne olduğunu biliyor musun, Harry?"
Harry başını salladı. "Evet biliyorum Tom. Bu... senin ruhun..."
...
Harry Slytherin yatakhanesine döndüğünde herkes hâlâ uyuyordu, Abraxas bile. Buradaki zindanlarda sabahın erken saatlerindeki güneş ışığının içeri girmesine izin verecek pencereler yoktu, bu yüzden oğlanların çoğu zil çalana kadar uyurdu. Harry sendeleyerek yatağına girdi, kalbi hızla çarpıyordu. Onun yatağı. Tom'un yatağı. Başını serin yastığa koydu ama uyuyamadı. Gümüş madalyonu elinde defalarca çevirerek düşünmeye çalıştı. Bir hortkuluk.
Bir anda giydiği buruşuk gömlekte bir şeylerin biraz farklı olduğunu fark etti. Aşağıya baktı ve onun gömleği olmadığını gördü; Tom'undu. Kendi kendine gülümsedi ve yanan yüzünü gümüş madalyonun serin metaline dayadı.
Bu rüyadan hiç uyanmamayı diledi...