O BÜYÜDÜĞÜNDE-3 BÖLÜM
Üç buçuk ay geçmişti. Harry bu kadar uzun süre dayanmayı başarmıştı. Tom'un kırık bir vazoyu titreyen, kanayan elleriyle tamir etmeye çalıştığını gördüğü an 'dikkatli ol , akıllı davran ve kendini ona bağlama' düşünceleri paramparça olmuştu.
Gözlerindeki panik ve boyun eğme o kadar aşikardı ki, Harry'nin onun ne hissettiğini ve nedenini anlamak için anılarına bir göz atmasına gerek yoktu.
Tom affedilemez bir şey yaptığından korkmuştu. Harry'nin bu yüzden onu yetimhaneye geri göndereceğini, terk edilmiş bir oyuncak gibi bir kenara atacağını düşünmüştü.
Bu genç esmer çocuğa bakan Harry, kalbinin saf, katıksız bir sevgiyle şiştiğini hissetmişti. Öne atılıp ona sarıldığını bile hatırlamıyordu, 'Sen daha önemlisin ve ben senden vazgeçmeyeceğim'e dair ciddi vaatlerini hatırlamıyordu . Ne kadar tehlikeli olursa olsun yine duygularının peşinden gidiyordu ve buna izin verecek kadar akılsızdı. Bir yanı Tom'un onu engellemediğini fark etmişti ama göğsündeki inatçı his onu görmezden gelmeye zorlamıştı.
Tom sarılmaya alışkın değildi. Tom hayatında iyi bir şeyin olmasına alışık değildi, bu başından beri böyleydi. Harry bunu onunla tanıştığı andan itibaren hissetmişti, hatta belki daha önce, bütün bir hayat önce Dumbledore'la anıları izlerken sadece empati olabilecek bir şeyin kıpırdandığını hissetmişti.
Tom sefil bir çocuktu ve Harry'nin görevi bunu değiştirmekti. Bu yüzden ona bir şeyler aldı, ona sihir öğretti ama asla duygusal olarak açılmasına izin vermedi. Tom Riddle'ın kim olduğunu çok iyi biliyordu. Yaşının bir önemi yoktu çünkü şimdi bile bakışlarında hiçbir çocukta olmaması gereken inkar edilemez bir zalimlik vardı. Tom minnet duymazdı, belki de onunla sadece yüzeysel bir benzerliği vardı. Duygularla alay ederdi, açgözlüydü ve Harry'nin hiçbir zaman önem vermediği her şeye sahip çıkıyordu.
Bazen, daha derin bir şeyin belirtileri olduğunu düşünürdü. Tom'un ona belirsizlik ve hüsranla baktığı, kendisine dokunulma ve önemine dair güvence verme ihtiyacının yoğun güvensizlik dalgaları halinde ondan kaynaklandığı anlar olmuştu, ama bu ne zaman olursa olsun, Harry bunu görmezden gelmişti.
Tom Riddle'a bağlanmayacaktı. Onu rahat bir şekilde büyütüp, ona doğru şeyleri öğretecek,ona bir yuva verecekti. Ona karşı samimi ve şefkatli olmak mı? Asla. O kadar da mazoşist değildi.
Belki de öyleydi. Çünkü şimdi, Tom'u kucağında tutan Harry, şaşırtıcı bir şekilde ilk plana bağlı kalmayacağını biliyordu. Tom'u sevmesine izin verecekti ve belki, sadece belki, bu sevgi sonunda onu doğru tarafa çekmeye yetecekti.
Bir çocuk yetiştirdiği zaman onun sevgisinden uzak durabileceğine nasıl inanabilirdi? İnkar etmeye çalışsa bile Tom'un ona ihtiyacı vardı. Sevilmeye ihtiyacı vardı ve Harry'nin sevecek birine ihtiyacı vardı, bunun için can atıyordu .
Tom Riddle henüz Voldemort değildi. O onundu ve tüm çekincelerin ve endişelerin artık bir önemi yoktu.
Doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapacak ve en iyisini umacaktı.
Böylece Harry, Tom'u mutfağa götürdü, ellerini temizledi, çiziklerinin üzerine mırıldandı ve gerçekten işe yaradığı için mutlu bir şekilde onları dikkatle iyileştirdi.
Tom, onu dikkatle izleyerek, "Fazla acımadı" dedi. Harry, Tom'un gözlerinin ona nasıl baktığını fark ederek ona sıcak bir şekilde gülümsedi.
"Önemli değil," dedi yumuşak bir sesle. "Keşke hiç incinmeseydin."
Tom da gülümsedi ve Harry şimdiye kadar bu korkunç, ezici şefkatle savaşmayı başardığına inanamadı.
Dumbledore haklıydı. Sevgi en güçlü silahtı ve Tom'u daha iyiye doğru değiştirecek bir şey varsa, o da buydu.
"Sana kakao yapacağım," diye karar verdi Harry. "Ve sana kitap okuyacağım"
Bunun üzerine Tom gözle görülür şekilde canlanmıştı.
"Hangisini?"
“ Hogwarts Tarihi . Bence bunu ilginç bulacaksın, gerçi ben her zaman sıkıcı bulmuşumdur."
"Bu beni şaşırtmadı."
Harry sırıtarak rafı açtı ve oradan iki fincan aldı. Göz ucuyla Tom'un hâlâ onu izlediğini görebiliyordu.
Tom birkaç dakika sonra, "Kendi kendime okuyabilirim," dedi. "Bunu benim için yapmana ihtiyacım yok."
"Yine de okuyacağım. Ailelerin bazı gelenekleri var değil mi? Bizimki de bu olsun"
Tom kabaca homurdandı ama Harry onun tartışmadığını fark etti.
Bunu bir zafer sayıyordu.
Her şey George'la başlamıştı. Ya da Fred'in ölümüyle. Ya da Voldemort'un kehaneti öğrendiği ve onu gerçekleştirmeye karar verdiği geceydi - Harry bilmiyordu. Ama herşey o saatten sonra yokuş aşağı gitmişti.
Fred öldükten sonra, George tutunmaya çalışmıştı. Dükkanlarında yorulmadan çalışmış, daha fazla yeni şeyler icat etmişti. Düzenli olarak Molly ve Arthur'u ziyaret ederdi. O, Harry ve Ron haftada en az iki kez akşam yemeği yerler ve zaman geçirirlerdi.
Yine de George gülümsemeyi bırakmıştı. Daha az konuşuyordu. Ve sonra bir yıl iki ay sonra, kendi geliştirdiği şaka karışımını yutarak sessizce ve alçakgönüllü bir şekilde kendini öldürmüştü.
Weasley'ler, Fred'in ölümünden sağ kurtulmayı başarmıştı ama George onları bozguna uğratmıştı. Molly, sandalyede oturan ve sihirli saate bakan, evden hiç ayrılmayan, sessiz, kederli bir enkaza dönüşmüştü. Ron içmeye başlamıştı. Hermione her zaman ona destek olmaya çalışmıştı.
Ancak bir gece, bir Muggle arabası Ron'a çarptı. Sihir onu hayatta tutmuş olsa da, Mungo ekibinin elinden geleni yapmasına rağmen zihinsel sorunu yarandı.
Hermione doğal olarak pes etmedi. Acımasızca savaştı, araştırdı ve yardımcı olacak tüm olası yöntemleri bulmaya çalıştı. Bir noktada Muggle terapisine girdiler. Ve o zaman Ron'la birlikte Harry için vazo yaptılar. Çocukçaydı ama Harry'nin gözünde, hayatında gördüğü en güzel şeydi.
Ron iyileşiyor gibiydi ama bir gün kalbi durdu ve bu Hermione'yi mahvetti. Başka bir aile üyesinin ölümü de Harry ve Ginny'nin ilişkisini bozdu, Ginny ülkeyi terk etti ve kendini işine adadı.
Bu şekilde, Hogwarts Savaşı'ndan dört yıl sonra, Harry'nin hayatı bir hiçe indirgendi.
Ne için savaşmışlardı? Dünya kurtulmuştu ama Harry iyi değildi. Kara büyü yaptığından şüphelenilen insanlar bile hapsedilmişti. Harry'nin kendisi bile dikkatle incelenerek hem halk hem de Bakanlık tarafından sürekli taciz ediliyordu. Onlara yardım etmekle ilgilenmiyordu. Çok geçmeden olumsuzluğa doğru hissedilir bir geçiş hissetti. O aşamada diğer büyücülerden pek bir farkı olmamasına rağmen, yaşlanmadığına dair spekülasyonlar gelişmeye başladı, sevdiklerinin ölümü yüzünden suçlanıyordu. Biraz daha devam etselerdi onu yeni bir Karanlık Lord'a çevireceklerdi.
Bu yüzden kaçtı, ancak bu söylentiler hakkındaki düşünceler onu rahatsız etmeye devam etti. Ölümün Efendisi statüsünü anladığında, kendi aptallığı karşısında dehşete düşmüştü. Asayı yok etmenin Yadigarlar'ın sonu anlamına geleceğini düşünmüştü ama geriye dönüp baktığında bu hiç bu kadar kolay olmamıştı.
Harry hiçbir şekilde sonsuz yaşamı istemiyordu, geçici bile olsa. Özellikle böyle bir hayat istemiyordu.
Zamanda geriye gitmeyi düşünmeye başlaması bir yılını aldı. Hermione ile konuşmaya çalıştı ama onun parlak zekası, yaşama isteğiyle birlikte solup gitmişti. Şimdiki zaman yerine geçmişi görerek ona boş boş baktı ve o herhangi bir gerçek yardım almasa da, bu toplantı onun kararlılığını güçlendirdi. Şüpheler, araştırmalar ve hazırlıklar biraz zaman aldı ve Harry nihayet hazır olduğunda, ancak sınırlı sayıda yıl geriye gidebileceğini öğrendi. Tom Riddle sekiz yaşındaydı ve bu kadar uzağa seyahat etmek için tek bir şansı olduğu için, Harry her şeyi doğru yapmaya kararlıydı.
Küçük, iğrenç bir yanı, işlerin hiçbir zaman planlandığı gibi gitmeyeceğini fısıldadı.
Görmezden geldi.
******
Patatesler şüpheli bir şekilde yavaş yavaş kaynıyordu. Harry, Tom'un bununla bir ilgisi olup olmadığını merak ederek kazanın içine baktı. Oyunu oynadıkları yedi ay boyunca, son derece yaratıcı olmuştu ve henüz başaramamış olsa da, Harry bunun er ya da geç olacağını biliyordu. Tom, yaşına göre zekiydi ve Harry'nin yanında, Tom'un mahvetmeye onca uğraştığı tabak çanakları kurtarmasına yardımcı olacak daha gelişmiş büyüler olsa da, bunun sonsuza kadar sürmeyeceğinin farkındaydı.
Patatesler sanki son on beş dakikadır kaynamamış gibi katıydı. Kaşlarını çatan Harry daha yakına eğildi ve o anda kavurucu sıcak su yüzüne doğru patladı.
Elleriyle yüzünü kapatsa da etki etmemişti. Anında, acı içinde çığlık attı.
Bir gümleme sesi geldi. Dönüp baktığında Tom'un neşeyle kazandan düşen patatesin üzerine bastığını ve onu yavaşça yere sürttüğünü gördü.
"Kazandım," dedi, sesi kötü niyetli bir zaferle yankılandı "Bugün benim istediğimi pişirmen gerekecek."
Harry ona inanamayarak baktı. Sonra biçimsiz ellerine baktı.
Tom, dikkatini dağıtacağını bile bile... onu yakacağını bile bile bir şekilde suyu patlatmıştı. Harry zamanında tepki vermeseydi, şimdi tüm yüzü mahvolacaktı.
Tom nasıl olmuştu da bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüştü?
Belki de yanlış hesaplamıştı. Bu sadece bir kaza olabilirdi…
HAYIR.
Harry, bakışlarının soğuduğunu hissederek yavaşça doğruldu.
Tom ne yaptığını çok iyi biliyordu. Artık yaptığı işin sonuçlarını görüyordu ve gözlerinde en ufak bir utanç ya da pişmanlık belirtisi yoktu. Onun için önemli olan tek şey zaferdi.
Ve Harry ilerleme kaydettiklerini sanıyordu.
Kalbi acıyordu ama umursamadı.
"Pekala," dedi duygusuz bir sesle. "Ne istiyorsun?"
Tom'un yüzündeki zafer biraz soldu ve ona şüpheyle baktı.
"Muggle ve büyülü malzemelerin karışımından yapılmış bir turta istiyorum," dedi kibirli bir şekilde. "Muggle malzemeleri- doğrudan İran'dan toplanan safran, Fransa'dan siyah yer mantarı ve Hırvatistan'dan beyaz yer mantarı istiyorum. Sihirli malzemeler arasında, bana patlayan mantarlar getirmeni istiyorum - Afrika kırmızı biberi ve merfolk deniz tuzu ve et için Hindistandaki tuzlu su timsahının kalbi."
Uyuşukluk hoş olmayan bir duyguydu. Harry, kulaklarına inanamayarak, bunun kötü bir şaka olduğunu umarak Tom'a baktı. Ama Tom ona meydan okurcasına, tatmin olmuş bir şekilde ve hâlâ etrafını saran aynı garip kötü niyetle bakmaya devam etti. Derin, keskin bir hayal kırıklığı Harry'nin kemiklerine sızdı ve birdenbire kendisini sonsuz yorgun hissetmesine neden oldu.
Sözlerine rağmen, bu yemek pişirme meydan okumasını bir oyuna dönüştürmeye çalışmasına rağmen, Tom yine de ona bir savaşmış gibi yaklaşmıştı. Ve şimdi mağlup olan düşmanını cezalandırıyor, ona düşünceli, titiz gaddarlığıyla baş döndürücü bir görev veriyordu.
Tom onu sevmiyordu. Bunu biliyordu. Tom, sunduğu tüm sevgiyi açgözlülükle almıştı ama hiçbir sevgiye karşılık vermemişti. Harry aldırmadı, aslında - buna hazırlıklıydı. Ama Tom'un ona karşı bu kadar duygusuz olması? Yabancı olabilirlerdi. Ancak Harry'nin yavaş yavaş büyüyen bir yakınlık olarak algıladığı yedi ay ve sonunda Tom'un gözünde hiçbir şey ifade etmiyordu.
"Pekala" dedi yüksek sesle, Tom'a şu anda hissettiği kadar boş bir bakış attı. "On birden önce döneceğimi sanmıyorum, o yüzden şimdilik kendine başka bir akşam yemeği hazırla."
Tom'un gözleri onun sesini duyunca ve muhtemelen tepki vermemesinden dolayı kısıldı. Harry'nin bu tür bir zaferden etkilenmesini mi bekliyordu?
Şu anda Harry'nin tek istediği ondan uzak olmaktı.
Başka bir söz söylemeden, sırtında Tom'un öfkesini ve kargaşasını hissederek kapıya doğru ilerledi.
"Potter…"
Harry dişlerini gıcırdatarak başını çevirdi.
"Ne?" diye sordu. Tom'un zar zor görünen irkilmesi, Harry'nin sertliğinden etkilendiğini gösteriyordu, ama durum göz önüne alındığında bunun bir anlamı yoktu. Şimdi değil.
"Hiç bir şey." Tom meydan okurcasına çenesini kaldırdı. “Her şeyi getirdiğinden emin ol.”
Güçlü sözlerine rağmen, neredeyse kararsız görünüyordu ve bu, Harry'nin göğsünde alevlenen hayal kırıklığını, öfkesini körüklemekten başka işe yaramamıştı.
Veda etmedi, kapıyı çarparak kapattı ve kinci bir şekilde Tom'un bundan ürkeceğini umdu. Sonra kendini hemen suçlu hissetti.
Bu çocuk genç bir Voldemort'tu.
Ama o hala sadece bir çocuktu.
Yedi ay onun zulmünü hafifletmek için hiçbir şey yapmamıştı.
Ama bu sadece bir başlangıçtı. Harry çekirdeğini bu kadar erken değiştirmeyi bekleyemezdi. Dört ay önce, Tom'a olan sevgisinin büyümesini durdurmaya çalışıyordu ve bu, elbette süreci yavaşlatmıştı. Tom zaman zaman duygularını sergilemesinden hâlâ şüpheleniyordu ve belki de sınırlarını zorlaması doğaldı.
Yeni bir sıcak acı dalgası ona çarptığında Harry yüzünü buruşturdu.
Önce Eczaneye giderek yanıkları hafifletmeye çalışacaktı. Sonra, o lanet malzemeleri alacaktı.
Belki Tom'a sözünü tuttuğunu kanıtlardı. Belki uzun vadede buna değerdi.
Saat sekizde, Harry her iki yer mantarını da almıştı. Böylesine karmaşık bir görüntüden dolayı başı dönüyordu ve büyüsü şimdiden karşı çıkmak için inliyordu. Yine de safranı aramak için bu sefer İran'a yeniden cisimlendi.
Saat on birde, Hint sahilinde mahsur kalmış, zar zor ayaklarının üzerinde durabiliyordu. Sihrinin sınırlarındaydı ama en azından gerçekten dileyene kadar ölemeyeceği düşüncesiyle kendini rahatlatarak ilerlemeye devam etti.
On bir buçukta bir timsah buldu. Kendisine zarar vermeyen masum bir yaratığı öldürmek, içini kaşıntılı bir pişmanlıkla doldurdu ve Avada Kedavra hatırı sayılır bir güç yoğunluğu gerektirse de, Harry yine de onu seçti çünkü en azından hızlı ve acısızdı. Kalbi titreyen ellerinde tutuyordu, Tom'u düşünüyordu, iki kez daha cisimlenmesi gerektiğini biliyordu ki, gözlerinin önünde dans etmeye devam eden karanlık aniden üzerine atlayıp bilincini çaldı.
İki buçukta İskoçya'ya vardı. Patlayan mantarlarla nasıl başa çıkacağını, alması gereken önlemleri biliyordu ama bitkin olduğu için yine de bir tanesini kaçırmıştı. Şiddetli bir güç dalgası patladı ve Harry bir kez daha kendini kendi aptallığına söverek karanlığın içinde sürüklenirken buldu.
Kendini evlerine sürüklediğinde saat neredeyse sabahın beşiydi. Giysileri birkaç yerden yırtılmıştı, çirkin çizikler vardı ve elleri çoktan uyuşmuştu. Büyüsü, ne kadar vasat olursa olsun, vücudunun en dibinde sessizce atıyordu ve o anda, Harry bir ateş yakabileceğinden bile şüpheliydi.
Karanlık oturma odasından garip bir ses geldi ve o otomatik olarak oraya döndü. Tom, Harry'nin koltuğuna kıvrılmış, göğsüne Hogwarts Tarih'ine sarılmış, sanki onu daha önce hiç görmemiş gibi iri iri açılmış gözlerle ona bakıyordu.
"Malzemelerini getirdim," dedi Harry ona. Dili düzgün çalışamayacak kadar şişmişti, bu yüzden sözleri uyuşturulmuş gibi çıktı. "Akşam yemeğini şimdi yemek isteyip istemediğinden emin değilim ama..."
Tanıdık bir zayıflık dalgası onu sardı ve tökezlemesine neden oldu.
"Harry!" Tom ayağa fırladı ama kıpırdamadı, sadece kitabı daha da sıkı bastırdı, öyle ki bembeyaz olmuş parmak boğumları karanlıkta parıldamaya başladı.
Ona az önce adıyla mı seslenmişti? Bu daha önce hiç olmamıştı.
Harry bu düşünceye o kadar odaklanmıştı ki sonunda dizlerinin üzerine çöküp elindeki küçük çantayı düşürdüğünü fark etmedi. Tom anında yanına geldi. Ona uzandı. Harry bir an için onun gözlerinde, Voldemort'un ilk hortkuluklarını yarattıktan sonra sahip olduğu kırmızı parıltıyı gördüğünden neredeyse emindi. Hasta ve tiksintiyle sarsıldı.
"Bana dokunma," diye tersledi. Tom'un bu kez irkilmesi ince olmaktan çok uzaktı. Gözlerinde yaralanmış bir bakış Harry'nin zihnini boşalttı ve hemen ezici bir suçluluk duygusu hissetti.
Adil davranmıyordu. Tom olgunlaştıkça hatalar yapacaktı, bu açıktı. Ve ilk ciddi ihlalden sonra Voldemort'u onda görmek, Dumbledore'un ona karşı davranışı kadar adaletsizdi.
İçini çeken Harry, Tom'a uzanıp onu kucakladı.
"Üzgünüm," diye mırıldandı. "Gördüğün gibi zor bir gece geçirdim."
Tom tahmin edilebileceği gibi ona sarılmadı ama başını Harry'nin omzuna yasladı ve Harry onun siyah saçlarına küçük bir öpücük kondurdu.
"Büyüm azaldı," diye açıklamaya çalıştı. "Çok fazla uğraştım. önce dinlenmem gerekecek...”
Beklenmedik bir şekilde daha fazla karanlık çöktü ve Harry onunla tekrar mücadele edemeyerek gözlerini kapattı.
Uyandığında yatakta yatıyordu. Güneş ışığı odasının her zerresini dolduruyordu ve zayıf bir acı ellerinde sessizce nabız gibi atıyordu. Sonuç olarak, dünden sonra beklediğinden çok daha iyi hissediyordu.
Harry gözlerini kırpıştırdı. Kendine odaklanmadan önce odaya baktı. Göğsündeki yaralar sanki hiç orada olmamış gibi yoktu. Elleri dikkatlice bandajlanmış ve duyularına göre kabarcıkların hepsi gitmişti. Geriye sadece belli belirsiz bir rahatsızlık kalmıştı.
Bu nasıl olabilirdi? Böyle bir durumda kendini iyileştiremezdi, orası kesindi. İyileşmek için üç temel şey gerekliydi: güçlü arzu, güçlü sihir ve kişinin vücudunu mükemmel bir şekilde görselleştirme yeteneği. Harry genellikle hevesliydi ama başka her şeyi yoktu. Küçük yaraları iyileştirebilirdi ama çektiği acı kadar büyük değildi.
Bu da ona yardım edebilecek diğer tek büyücü olarak Tom'u hatırlatmıştı.
Tom ve şifa mı? Bu fikir, tuhaflığı içinde başka bir dünyaya aitmiş gibi görünüyordu ama başka bir açıklaması yoktu.
Başını zayıfça kaldırdı ve yataktan ayrıldı.
Tom mutfakta yemek pişiriyordu. Masa iki kişilik hazırlanmıştı. Harry umudunun büyüdüğünü, güçlendiğini, görünür hatlar kazandığını hissetti.
"Günaydın," dedi sessizce. Tom yavaşça ona dönmeden önce dondu, ifadesi temkinliydi.
"Günaydın," diye tekrarladı. Gözleri Harry'nin ellerine kaydı. Harry onları sakladı.
"Beni iyileştiren sen miydin?" sordu. Tom, sanki bu konunun açılmasını istemiyormuş gibi hemen sinirlendi ve Harry'nin açık sözlülüğü karşısında dehşete düştü.
"Evet," dedi kısaca, ama ne kadar soğuk görünmeye çalışsa da, Harry daha fazlasını gördü.
Tom bunu asla yüksek sesle itiraf etmeyebilirdi ama en azından bir parça suçluluk hissetmesi gerekiyordu. Onu iyileştirmek, yatağına yatırmak... Merlin bunu nasıl başardığını bilmiyordu... ona kahvaltı hazırlamak - kulağa bir özür gibi geliyordu. Ve Harry'yi mutlu etmişti. Sevinci, zihninin her kasvetli yerini aydınlatarak yayıldı ve tüm endişeler ve hayal kırıklıkları dağıldı.
Dün aşırı tepki göstermişti. Onunla ilgilenen Tom, onun doğru şeyi yaptığının açık bir kanıtıydı. Belki çok yavaş yavaş oluyordu, içten içe beklediği kadar hızlı değildi ama ilerlemeydi, inkar edilemez bir şekilde hem de.
"Teşekkür ederim," dedi neşeyle ve Tom ona inanamayan gözlerle baktığında gülümsemesi genişledi. "Akşam yemeğini akşam yemeği olarak isteyeceğine inanıyorum?"
Tom'un gözlerinde daha fazla şüphe vardı. Malzemelerini geri almak için yaptığı onca şeyden sonra Harry'nin bu çirkin turtayı pişirmeyeceğini mi düşünüyordu?
"Umarım bunu mahvetmeye çalışmazsın," diye ekledi. "Pişirmeme yardım etmek ister misin?"
"Evet," diye yanıtladı Tom, bir duraklamanın ardından, bedeni fark edilmeden gevşedi ve nedense, Harry aralarında çok önemli bir şeyin değiştiğini hissetti.
Tom onu bir daha asla soyadıyla çağırmadı.
Birlikte geçirdikleri ilk Noel'de sonunda Tom'u Diagon Yolu'na götürdü. Tom, ziyaretçilerin başlarının üzerinde yüzen parlak renkli fenerleri, her köşesinden söylenen neşeli şarkıları ve ışıltılı sihirle dolu havasıyla onu tüm görkemiyle görmeyi hak etmişti.
İçeri girdikleri anda Tom'un gözleri fal taşı gibi açıldı. Gardını alamamış huşu ifadesi o kadar derindi ki, Harry kendini mutlu hissetti.
"Bu senin dünyan," dedi sessizce.
"Evet," Tom her şeye bakmaya devam etti, hâlâ şaşkın görünüyordu. "Evet o benim. Ve bir gün sadece bana ait olacak.”
Mutluluk, birdenbire ortaya çıkan sert, uyarıcı kayaya takıldı. Harry onu atlatmaya çalıştı ama bir anlık endişe bunu zorlaştırdı.
Bunlar aşırı heyecanlı, sahiplenici bir çocuğun sözleri olabilirdi. Pek çok genç çocuk, bunun gibi ifadeler kullanırdı ve hiçbir zaman bir anlam ifade etmezlerdi.
Ama Tom hiçbir zaman sıradan bir genç çocuk olmamıştı, değil mi? Harry bunu acı verecek kadar iyi biliyordu. İlk etapta onu ona yaklaşma konusunda bu kadar isteksiz yapan şey buydu.
Tom, neşeli gülümsemesiyle onu neredeyse kör edecek şekilde aniden ona döndü. Harry'nin önsezisi, iyimser umutlarla boğularak yeniden soldu.
"İlk önce nereye gitmek istersin?" diye sordu. "Burada birçok farklı dükkan var. Şekerler, kitaplar, giysiler...”
"Kitaplar," dedi Tom hemen. "Sonra kıyafetler. Sonra tatlılar - belki.."
Harry'nin ona her istediğini alacağına olan güveni, Harry'nin bir an için sendelemesine neden oldu.
Bir yandan ona Dudley'i hatırlattı. Ve Malfoy'u..
Öte yandan, onların aksine Tom hiçbir zaman lüks içinde yaşamamıştı. Hiç bitmeyen karamsarlığının üstesinden gelmesi ve ihtiyaçlarını karşılaması için Harry'ye güvenmesi iyi değil miydi?
Sonunda, Harry ikincisini seçti. Ne de olsa bugün büyük bir gündü.
"Bunu söyleyeceğini hissetmiştim," dedi sırıtarak. "Yakında Noel ve senin doğum günün olduğuna göre, buradan istediğin kadar şey alabilirsin. Ama aşırıya kaçma. Unutma, evde seni bekleyen hediyeler var."
Tom'un gözleri ona dikilmiş, onu içine çekiyordu ve bir an için Harry'nin midesinde başka bir rahatsız edici duygu kıpırdandı.
Tom ona böyle bakarken ne düşüneceğinden emin değildi. Orada bir an için gördüğü yoğunluk ve sahiplenme, Harry'nin Voldemort'un ya da başka birinin yüzünde gördüğü bir şey değildi. Ancak…
Hep bir ama vardı. Ve Harry kendi paranoyasının gözünü korkutmayı reddetti.
"Gitmeye hazır mısın?" diye sordu elini uzatarak. Tom kabul etmeden önce onu düşünceli bir bakışla ölçtü ve bir kez daha, etraflarındaki güneş daha parlak parlıyormuş gibi hissetti.
Her şey yoluna girecekti. Harry bundan emindi.
***
Gece yarısı yıldızlar düşüyordu. Harry sinirlenen Tom'u göğsüne çekti, ona sarıldı ve ikisinin de mutlu olmasını diledi.
Zaman o kadar hızlı akıyordu ki Harry onun geçtiğini zar zor fark ediyordu. O ve Tom zamanın çoğunu mümkün olan ve olmayan her şeyi yaparak birlikte geçirirlerdi. Harry, günlük yaşamlarında kök salmış geleneklerinin bir parçası olarak ona kitap okurdu. Büyü ve kan durumu hakkında tartışırlar ve ne zaman Harry, Tom'un söylediği bazı şüpheli şeylerden sonra öfkesinin yükseldiğini hissederse, Tom geri adım atar, parlak bir gülümsemeyle ya da kusursuz bir itaat ve düşüncelilikle onun tereddütünü yok ederdi.
Harry'nin Slytherin yanı, Tom'un onu kandıracak ve manipüle edecek kadar iyi öğrendiğini fısıldamıştı. En ufak bir tepki titremesini bile fark etmiş ve onu yükseltmek ya da tamamen ortadan kaldırmak için düğmelere basmıştı. Aynı kısım onu temkinli olması konusunda da uyarmıştı çünkü Tom dokuz yaşında manipülasyonda bu kadar yetenekliyse, gelecekte ne olacağı belli olmazdı.
Gryffindor tarafı ise iyimserliğini kaybetmeyi reddediyordu. Tom'un yalnızca dikkatli ve meraklı olması, birinin öfkesini yatıştırmadan önce kışkırtmanın zorluğundan zevk alması konusunda ısrar ediyordu.
Harry ikisini de dinledi ama sonuca varmakta acele etmedi. Garip ve belki de acımasız gerçek, Tom'un kimsenin sahip olmadığı bir şekilde onun ailesi haline gelmesiydi. Dursley'ler bu konsept için asla kalifiye olmamışlardı. Ron ve Hermione onun için sonsuz derecede değerliydi ama her şeyden önce arkadaşlardı. Weasley'ler en yakınlarıydı ve onlarla birlikte olmak, Harry'nin onları bir daha görse de görmese de her zaman değer vereceğini bildiği bir şeydi. Ama Kovuk'ta geçirdiği zaman o kadar sınırlıydı ki, gerçek hayattan çok tatil gibi gelmişti.
O ve Ginny, Harry'nin can attığı yakınlık düzeyine ulaşamadan savaş sonrası ve ölümlerin kasvetine dalmışlardı, bu yüzden bir yanı her zaman yarım kalmıştı. Şimdi, o yarım kalan kısmı Tom dolduruyordu ve bazen Harry, daha önce kullanmadığı sevgi kaynaklarının bir çocuk için iyi olamayacak kadar ezici olduğundan endişeleniyordu. Onu şımartıyordu, nadiren herhangi bir şeyi reddedebiliyordu ve kesinlikle olması gereken bu değildi.
Ama bunu bildiği halde duramıyordu. Tom'un onun için ne ifade etriğini bile söyleyemezdi çünkü duygularını yeterince tanımladığını bildiği hiçbir etiket yoktu. Tom'un başkalarıyla etkileşime girmeyi reddettiğini ve sahip olduğu şeyleri tekrar tekrar seçtiğini görünce bazen karşılıklı bağımlılık konusunda endişeleniyordu. Ama aynı zamanda Harry'nin küçük, bencil bir yanını mutlu ediyordu, bu yüzden sonunda, her zamanki gibi, bunu fazla düşünmemeye karar verdi.
Tom on yaşına girdi ve rutinleri değişmedi. Birlikte okuyorlar, yemek pişiriyorlar ve hatta iksirler hazırlıyorlardı. Birbirleriyle atışıp ters ters baksalar da ardından her şeyi doğru bir şekilde hazırlayıp hazırlamadıklarını görmek için eşit derecede nefeslerini tutarak bekliyorlardı. Harry, Snape'in kitabından gerekli temel bilgileri öğrenmiş olmasına rağmen, iksir konusunda hala beceriksizdi. Yine de, talimatlara dikkat eden ancak her zaman denemeye istekli olan Tom'un aksine, deneyimi vardı. İnatla yanlış malzemeler ekledikleri için odaları sayısız kez mahvetmişlerdi.
Tom'un ilk zaferi kadar kötü olmasa da, hâlâ yemek pişirme savaşlarıyla meşgullerdi. Tom her kazandığında nadir bulunan malzemeleri talep eder ve birlikte aramaya çıkarlardı. Yabancı ormanları keşfeder ve Tom'un asasız büyüsünü uygularlardı. Bazen garip büyülü yaratıkları kovalarlar, bazen onlardan kaçarlardı.
Tom on bir yaşına geldiğinde Hogwarts'tan mektubunu aldı. Tam zamanında gelmişti. Harry, Tom'un vahşi mutluluğunun ve gururunun görüntüsünün yaşadığı sürece hafızasında kazınacağını biliyordu. Tom açgözlülükle mektubuna sarıldı, tekrar tekrar okudu. Sonra yukarı baktı, gözleri Harry'yi bulup onda kaldı. Duyguları o kadar saf ve canlıydı ki, Harry boğazına düğümlenmiş bir düğüm hissederek ona baktı.
Evet Tom'un mektubunu böyle almış olması gerekirdi. Evinin rahatlığında, mutluluğunu paylaşabilecek, ona destek olabilecek ve onu cesaretlendirebilecek biriyle...
Harry, Dumbledore'u severdi, muhtemelen her zaman sevecekti ve onun harika bir adam olduğunu düşünüyordu. Ama Dumbledore birçok hata yapmıştı ve belki de bunların en kötüsü Tom'la ilgiliydi. Onu sihirle tanıştırma şekli affedilemezdi ve en önemlisi, Harry bunu değiştirmek istiyordu.
Gülümseyerek Tom'u kucakladı ve yavaşça saçını okşadı.
"Seninle gurur duyuyorum" diye fısıldadı. Tom yine de ona sarılmayı reddetti ama bu durumdan memnun olduğu da açıktı. Geri çekildiğinde, Harry yüzünde muzaffer bir sırıtış gördü. Ve sonra aniden bir şey oldu. Gülümseme dalgalandı, soldu ve sonra kayboldu, yerini bir tereddüt gölgesi aldı.
"Ne?" Harry kaşlarını çatarak sordu. "Bir sorun mu var?"
"HAYIR." Tom arkasını döndü ama Harry parmaklarının mektubun etrafında nasıl neredeyse pençe gibi kıvrıldığını görebiliyordu.
"Tom..."
"Yalnız kalmak istiyorum."
Şaşkına dönen Harry, Tom'un odasına girip kapıyı çarparak kapatmasını izledi. Anlamadan, içini kemirmeye başlayan endişeyle arkasından baktı.
Hogwarts'tan bir mektup almanın Tom'un hayatındaki en mutlu anlardan biri olması gerekiyordu. Ruh halini bu kadar değiştirecek ne olmuş olabilirdi?