YÜZÜ OLMAYAN BİR GELECEK 10 BÖLÜM
Bir sonraki Hogsmeade gezisi Ocak ayının ortasındaydı. Şaşırtıcı derecede güzel bir gündü. İnce kar tabakası güneş ışığında parlıyordu ve soğuk rüzgar dayanılmaz değildi.
Harry, Tom'la Hogsmeade'e doğru yürürken, "Seni anlamıyorum,"
dedi.
"Hiçbir şeyi pek anlamıyorsun," diye karşılık verdi Tom dalgın
dalgın, bir aptal gibi atkısıyla oynarken.
Nedense gergin hissediyordu. Sanki bir randevudaymış gibi hissediyordu,
ancak randevular bile onu gergin yapmamalıydı. Randevuların kolay olması
gerekiyordu. Başkalarının aptalca saçmalıklarını umursadığını ve büyüleyici
gülümsemesini göstermeyi gerçekten iyi beceriyordu ve olay bundan ibaretti.
"Sus. Önce beni öldürmeye çalıştın, sonra beni kaçırdın ve sonra
biz... sen..." Harry öksürdü, boynunu ovuşturdu. "Ve... şimdi bana
yardım etmek ve bana bir şeyler almak istiyorsun."
“Gerçeği bilmiyordum”
O sırada tüm eylemleri çok mantıklıydı. Belki ilk cinayet girişimi
hariç—orada biraz paniklemiş olabilirdi. Her neyse, hepsi Harry'nin suçuydu.
Elbette Tom, birisi ondan önemli bilgileri saklarsa durumu doğru okuyamazdı.
"Doğru," dedi Harry düz bir şekilde ve elini cebine soktu.
"Tanrım, eski, kolay hayatımı özlüyorum."
"Gerçekten mi? Neden bana daha fazlasını anlatmıyorsun?" diye
sordu Tom, anlatamayacağını gayet iyi bilmesine rağmen.
Harry başını çevirip ona sert bir bakış attı.
Hogsmeade, Hogwarts hafta sonları her zamanki gibi kalabalıktı, ancak öğrencilerin
çoğu ana caddedeydi Tom ve Harry'nin gittiği kasaba dış mahalleler çok daha
sessizdi.
Tom, Domuz Kafasının önünde durdu. Bu, genellikle suçlular ve yarı
yaratıklar gibi fakir ve şüpheli insanların kullandığı eski ve kirli bir handı.
"Kendinden emin görünmeye çalış. Sahibi öğrencilerden nefret ediyor ve
reşit olmayanları içeri almayabiliyor," dedi, atkısını düzeltip duruşunu
dikleştirerek. Harry'e kuşkuyla baktı. "Ya da boş ver, sadece görüş
alanından uzak dur."
"Kendime güvenebilirim," diye itiraz etti Harry ve kapüşonunu
taktı.
Tom kapıyı iterek açtı ve içeri girdiler. Öğretmenlerden hiçbirinin orada
olmadığından emin olmak için etrafına bakındılar ve doğruca büyük şömineye
doğru yürüdüler. Büyük bir kaptan bir avuç toz aldı ve Çatlak Kazan’a doğru
uçtular.
Tom yumuşak bir iniş yaptı—son zamanlarda etrafta çok fazla uçuyordu. Harry
hemen arkasındaydı, her şeyi yaptığı gibi şömineden tökezleyerek çıkmıştı.
Ollivander's’e doğru yola koyuldular. Mağaza boştu ki bu şaşırtıcı değildi,
çünkü asalar çoğunlukla Ağustos ayında satın alınırdı.
"Günaydın Bay Ollivander," diye selamladı Tom asa ustasını.
"Bay Riddle. On üç buçuk inç... Porsuk ağacı, bir anka kuşu tüyü. Çok
sıra dışı ve aşırı güçlü bir kombinasyondu, ama siz de öylesiniz, duydum. Size
iyi hizmet etmiyor mu?"
"Bu yüzden burada değilim - asam
benim için kesinlikle mükemmel bir eşleşme. Ama arkadaşımın kendi asasıyla
ilgili sorunları var. Buralardan değil ve Gregorovitch tarafından yapılmış bir
asa kullandığını öğrendikten sonra, dünyanın en iyi asa ustasından uygun bir asa alması
konusunda ısrar ettim," dedi Tom, Ollivander'ın Alman meslektaşından pek
hoşlanmadığını bilerek.
Harry gözlerini devirdi ve burnunu
kırıştırdı. Tom'un tatlı konuşma becerilerinden etkilenmiyordu. Kesinlikle
kirli varyasyonunu tercih ederdi.
Ama Ollivander memnundu ve hiçbir soru sormamıştı. "Ah, tabii ki.
Gregorovitch'in yetenekli olduğunu kabul etmeliyim ama asaları herkese uygun
değil. Gelin."
Adam onları uzun kutularla dolu raflara götürdü. Bir süre Harry'e baktı ve
en alt raftaki kutuyu aldı. Kutuyu açtı ve asayı Harry'e uzattı.
"Slytherin olduğunuzu görüyorum, o halde bununla başlayalım."
Harry yüzünü nötr tutmaya çalıştı. Sonuçta, doğru asanın neye benzediğini
zaten biliyordu ve bu doğru asa gibi görünmüyordu. Asayı eline aldı ve bir
patlama oldu. Şok dalgası asa kutularının yarısını yere düşürdü.
"Üzgünüm," dedi Harry ve asayı hemen kutuya geri koydu.
Ama Ollivander hiç de üzgün görünmüyordu, heyecanlı görünüyordu. Kutuları
yere bırakıp içine daladı. Tüm kutular tıpatıp aynı görünüyordu, ama bir
şekilde aradığını buluyordu. Harry'e başka bir asa uzattı, Harry tereddüt etti.
Ollivander, "Genellikle ikinci bir asa bulmak daha zordur, bu yüzden
sabırlı olun" dedi.
Asa sanki elma ağacından yapılmış gibi görünüyordu. Harry'nin ifadesi bunun
doğru asa olmadığını söylüyordu. Tom birkaç adım geri gitti. Harry asayı aldı
ama hiçbir şey olmadı, sallasa bile.
"İlginç," dedi Ollivander ve asayı geri aldı. "Karmaşık bir
genç adamsın."
Tom yanlışlıkla homurdandı. Buna kesinlikle katılabilirdi.
Harry, Ollivander aniden durup dikkatini Tom'a çevirene kadar, on tane
tamamen uyumsuz asa denedi. Adam sakalını ovaladı ve ona hesapçı bir bakışla
baktı.
"Acaba..." diye mırıldandı kendi kendine ve bir merdiven
aldı. Yukarı tırmandı ve en üst raftaki
kutuyu aldı.
Açtığında Harry'nin gözleri kocaman açıldı. Uzun ve yorucu bir yolculuktan
sonra eve dönmüş gibi kutsal asayı aldı ve iç çekti.
"On bir inç uzunluğunda, çobanpüskülü ve bir anka kuşu tüyünden
yapılmıştır," Ollivander onaylayarak başını salladı. "Çekirdeği,
sadece iki tüy veren bir Anka kuşu. İkiz kardeşini yaklaşık dört buçuk yıl önce
sattım ve yine de ikisi de burada, yeniden birleşmiş durumda."
Tom'un asasından bahsediyordu. Tom, gözlerini kaçıran Harry'e doğru başını
çevirdi çünkü görünüşe göre tüm bunları zaten biliyordu. Hatta asaları bile bir
şekilde bağlantılıydı.
Ollivander, sanki Tom'un düşüncelerini okuyormuş gibi gizemli bir şekilde,
"Kader olabilir," dedi.
Harry sessizliğini korudu ve Tom parasını öderken yeni-eski asasını
sevgiyle sıktı.
"Kardeş asalar mı?" diye sordu Tom suçlayıcı bir şekilde,
dükkandan çıktıktan sonra.
"Evet," diye iç çekti Harry, asasını parmaklarının arasında
yuvarlayarak ona bakıyordu. "Şimdi benimle düello yapmaya çalışmanın
tadını çıkar."
Tom bununla ne demek istediğini bile
bilmiyordu ve bilmemekten nefret ediyordu. Kardeş asalar hakkında hiçbir şey
bilmiyordu ve kesinlikle Harry'e bunu sormayacaktı. Sinirli bir şekilde nefes veridi ve Çatlak Kazan'a
doğru yürümeye başladılar.
İnanılmazdı. Diagon Yolu'na kısa bir yolculuk yaptılar ve hatıra olarak bir
sürü sinir bozucu soruyla karşılaştılar.
Ve
Harry ona teşekkür bile etmemişti .
Tom'un kafasının içinde büyük bir hata yaptığını söyleyen bir ses vardı.
Geldikleri yoldan geri döndüler ve neyse ki kimse küçük yolculuklarını fark
etmedi. Tom tüm yol boyunca somurtmuştu ama Harry umursamıyor gibi görünüyordu.
Asasını aldığı için o kadar mutluydu ki kaleye doğru yürürken rastgele büyüler
yapmaya devam etmişti.
Artık bu konuda çok daha iyiydi. Büyüleri çok kesin olmasa da, hızlı ve
kendine güvenen bir büyücüydü. 6. yıl büyülerinin çoğunu biliyor gibi görünüyordu,
belki daha da üstünü, ancak müfredat gelecekte farklı olabilirdi.
Öğleden sonra yatakhaneye döndüler. Rosier, Hogsmeade gezisinden kaleye üç
şişe ateşviskisi ve biraz da bira getirmeyi başarmıştı.
"Hadi parti yapalım!" diye tezahürat etti, ganimetini yatağına
sererek. "Tom, Slughorn'dan izin isteyebilir misin? Ateş viskisinden
bahsetme. Biralardan da."
"Ben parti yapmam. Kendin yap," diye biraz fazla sert bir şekilde
karşılık verdi Tom ve yatağına yığıldı.
Hala her şeyden rahatsızdı. Asa bilgisi hakkında daha fazla şey öğrenmesi
gerekiyordu ve Harry'nin bilmediğini bilmesini istemiyordu. Kütüphanede işe
yarar bir şey bulabileceğinden bile emin değildi, çünkü daha önce böyle bir
şeye rastlamamıştı.
"Ama Sluggy sana aşık, sana hayır demez," diye sızlandı Rosier.
"Hadi Tom, sana borçlu olacağım."
Rosier'in sunabileceği pek bir şey yoktu ama iyilik iyilikti. Tom bunu
düşünürken gözleri şişelere merakla bakan Harry'e kaydı. Tom, Harry'nin
sarhoşken nasıl olduğunu merak ediyordu. Muhtemelen çok rahat ve duygusal
olurdu.
"Tamam," dedi Tom. "Pazartesi günü İksir dersinden sonra
sorarım."
"Gelecek cumartesi parti var!" diye bağırdı Rosier ve bir bira
açtı. "Abraxas, kızları davet et!"
Tom gelecek cumartesi gününe alkol kalıp kalmayacağından emin değildi.
Dikkatini ödev yığınına çevirdi. O kadar meşguldü ki neredeyse onları unutmuştu
ve şimdi bu yüzden asaları araştırmaya vakti yoktu. Yatağına yüzüstü uzandı ve
gece sehpasından bir yığın kitap çekti. İlkini açtı ve işe koyuldu.
"Harry nerede?" diye sordu Tom, son ödevini bitirdikten sonra. Yasak
saati çoktan geçmişti ve geri döndüklerinden beri onu görmemişti.
Saatlerce sıkıcı konular hakkında yazdıktan sonra beynini bir şekilde
uyarması gerekiyordu. Belki de Harry'yi düelloya zorlayabilirdi, artık asasına
sahip olduğuna göre. Biraz heyecan verici olabilirdi. Ve Harry'nin yorumuyla
Ollivander'ın dışında ne demek istediğini öğrenmek istiyordu.
Ya da belki de aletini Harry'nin boğazına sokabilirdi, bu da eğlenceli
olabilirdi.
"Bilmiyorum, iki saat kadar önce dışarı çıktı," diye omuz silkti
Avery.
"Tur atmam gerekiyor," diye yalan söyledi Tom ve ayağa kalktı.
Tom kışlık cübbesini odada bıraktı—o kadar çaresiz değildi. Zindanlarda
yürüdü, dışarı çıkarken herhangi bir dolabı veya sınıfı kontrol etme zahmetine
girmedi. Sadece bir öğrenciyi patlatmak istiyordu.
Tom avluya açılan büyük kapıyı açtı. Donmuş çeşmenin taşlı kenarında tek
başına oturan Harry'yi gördüğünde kapıda durdu. Gece yarısıydı, ancak beyaz kar
örtüsü ay ışığını yeterince yansıtarak kolayca görülmesini sağlıyordu.
Harry bir şey yapmak için asasını kaldırdı ve ucundan parlak gümüş rengi
bir ışık çıktı. İlk başta sadece şekilsiz bir duman bulutuydu, ancak büyük,
parlayan bir hayvana dönüştü. Bir geyiğe. Harry'nin yanına dönmeden önce
avlunun etrafında küçük bir daire çizdi.
Tamamen bedensel bir Patronustu. Tom daha önce hiç böyle bir şey
görmemişti.
Kalbi bir an duraksadı.
Sanki Harry'i ilk kez doğru düzgün görüyormuş gibi. Sanki aniden etrafında
güçlü, ham büyünün aurasını hissedebiliyormuş gibi. Vahşiydi ve çoğunlukla
dokunulmamıştı ama oradaydı, birinin onu serbest bırakmasını bekliyordu. Belki
de Harry, tıpkı Tom gibi yüceliğe mahkumdu. Belki de birlikte yapmaları gerektiği
için kardeş asaları vardı. Belki de Ollivander'ın dediği gibi kaderdi.
Harry, büyülü gücünün kanıtından yayılan gümüş ışıkta güzel görünüyordu ve
Tom onu istiyordu. Onu o kadar çok istiyordu ki başka hiçbir şey düşünemiyordu.
Harry gümüş geyiği okşadı ve bu an çok kişisel göründü, ancak Tom'un
gözetlemesini engellemiyordu. Kapı çerçevesine yaslanarak sessizce izledi. Kalenin
etrafındaki bariyerler sayesinde kapı açıkken bile soğuk olmuyordu.
Bir süre sonra Patronus inceden havaya karıştı ve Harry ayağa kalktı, düşen
karı kıyafetlerinden süpürdü. İçeriye geri dönüyordu, karda tembelce sürükleniyordu.
Tom'u fark etmemişti, ta ki kapının yanında neredeyse ona çarpacakmış gibi
olana kadar, gözle görülür şekilde ürperdi. İkisi de bir şey söylemedi. Tom
sadece sessizce gözlerinin içine bakıyor ve sanki zaman duruyormuş gibi
hissediyordu. Harry'nin gözlerinde Tom'un tanımadığı tuhaf bir duygu vardı.
Sanki ağlamış gibi görünüyordu. Yanakları kırmızıydı ve kıyafetleri eriyen
kardan ıslak görünüyordu.
Ve Tom onu istiyordu.
Harry'nin atkısını yakaladı ve nazikçe çekti. Donmuş dudakları onun
dudaklarına hafifçe dokundu ve Tom hayatında ilk kez dünyada yalnız kalmak
istemediğini hissetti.
Tamamen yeni bir histi ve çok silikti, bir gölge gibi. Ama daha fazlasını
istediğini biliyordu. Kaynağına daha yakın olmak istiyordu, bu yüzden Harry'nin
belini kendine doğru çekti.
Harry kollarını Tom'un boynuna doladı, asa hala elinde sıkıca duruyordu ve
şefkatli öpücük uzun süre devam etmişti. Öpüşmeleri genelde olduğu gibi
şiddetli ya da tutkulu değildi. Aynı anda hem hiçbir şey hem de her şeydi.
Mükemmeldi ama eksikti, sanki ana malzeme için ayrılmış boş bir yer varmış
gibi.
Tom, aşk kavramının ne olduğunu biliyordu ve bunun söylenmesi gereken yerin
burası olduğundan neredeyse emindi. Ve bir şeyler hissediyordu, ancak bu
boşluğu doldurmaya yetmiyordu. Neredeyse fark edilmiyordu bile ve öpücüğü boş
bırakıyordu.
Tom da onu bildiği başka bir şeyle dolduracaktı.
Harry'nin kalın kış pelerinini yırttı ve ellerini Harry'nin kalçasının
altına indirdi, onu uyluklarından kaldırdı ve en yakın duvara yasladı. Harry
şaşkın bir nefes verdi, bacaklarını Tom'un etrafına ve kollarını boynuna daha
da sıkı doladı.
Tom'un kafasında tanıdık arzu ve saf fiziksel ihtiyaç hissi patlıyordu.
Kalçalarını öne doğru itti, Harry'yi duvarla kendisi arasına sıkıştırdı ve
sallanmaya başladı, tamamen giyinik birbirlerine sürtünüyorlardı.
Harry başını geriye attı ve Tom dişleriyle boğazını ısırdı, daha önceki
şefkat heyecanın altında çoktan kaybolmuş durumdaydı.
Ve Tom daha fazlasını istiyordu.
"Seni becermeme izin ver," diye fısıldadı titrek bir sesle.
"Hayır," dedi Harry yumuşak bir sesle, gözleri kapalıydı, Tom'un
başını zaten morarmış olan boğazına doğru çekmeye çalışıyordu.
"Lütfen." İlk kez bu kelimeyi kullanıyordu. Tom Riddle asla
yalvarmazdı ama Harry için tüm kurallarını çiğniyordu.
Ve Harry yine de pes etmedi. "Hayır," diye nefes aldı ve
muhtemelen onu susturmak için Tom'u öptü.
Tom, kolları yoruldukça dengeyi korumakta zorluk çekiyordu, bu yüzden Harry'nin
bacaklarını yere indirdi. Harry düşecekti, ancak Tom onu yakaladı ve döndürdü,
göğsünü taş duvara doğru itti.
Tom, Harry'nin sırtına yaslandı ve boynunu öptü. Elini Harry'nin kemerine
kaydırdı ve sanki test ediyormuş gibi açtı.
"Lütfen," diye tekrarladı, parmaklarını Harry'nin kemerinin içine
geçirip çekerken.
Harry kalçasını Tom'un kasıklarına doğru itti ve bir sessizlik anı yaşandı.
Tom onun hızlanan kalp atışlarını duyabiliyordu.
"Bugün değil," diye soluk soluğa dedi Harry, sanki bir söz
veriyormuş gibi.
Kollarını duvara yaslayıp başının üzerine kaldırdı ve Tom'un ve kendi
pantolonunu aşağı çekmesine izin verdi Tom karışık sinyaller alıyordu, ancak
bunun üzerinde duracak zamanı yoktu.
Tom kemerini açmak için elini geri çektiğinde bile Harry kıpırdamamıştı ve
Tom bunun bir güven işareti olduğunu anlamıştı. Tom'a güveniyordu, en azından
elinde kutsal asasını tutarken. Bu fikir Tom'un göğsünü sıcak bir zevkle
doldurdu.
Tom titreşen aletini pantolonundan çıkardı ve Harry'nin çıplak kalçasına sürttü.
Aletini Harry'nin deliğine doğru yönlendirme isteğine karşı koymak için elinden
geleni yaptı. Uzun vadede davranmanın daha iyi olduğunu kendine sürekli
hatırlatıyordu.
Elini Harry'nin aletine doladı ve kalçalarını salladığı ritimle okşadı.
Harry gürültülüydü, inlemeleri boş koridorda yankılanıyordu. Tom, Harry'nin
saçını tutarak başını geriye çevirdi, ağzını talepkar bir öpücükle
kapattı.
Harry'nin vücudu kaskatı kesilene ve aleti Tom'un elinde nabız atana kadar
tempoyu sürdürdü. Tom başını Harry'nin terli boynuna gömdü ve hemen ardından
bacaklarının arasına boşaldı.
Tom, başını Harry'nin boynunda tutarak iki eliyle duvara yaslandı ve yavaşça
yüksekten aşağı doğru kaydı. Harry'nin saçları hem kardan hem de terden
ıslanmıştı ama o kadar güzel kokuyordu ki Tom hiçbir yere gitmek istemiyordu.
Bir an sonra Harry pantolonunu yukarı çekmeye başladı ve Tom'un kolları arasında
döndü. Burnu Tom'unkinden sadece bir inç ötedeydi ve Tom eğilmekten kendini
alamamıştı. Öpücük kısa ve neredeyse tatlıydı.
"Yasak saatinden baya geçti," dedi Tom sessizce.
"Benden puan mı kıracaksın?" diye sordu Harry, gülümsememeye
çalışarak dudaklarını ısırarak.
"Yapacaktım ama fikrimi değiştirmeyi başardın."
"Başkanlık rozetini elinden almalılar. Korkunçsun," diye iç çekti
Harry, geniş giriş salonuna bakarak, kızararak. "Birisi bizi görmüş
olabilir."
"Burada kimse yok. Ve sen yine de burada olmayı seviyorsun," diye
gülümsedi Tom. "Tehlike heyecan verici olmalı."
Harry de aynı fikirdeydi.
Tom da bundan hoşlanıyordu ve bu yüzden bu kadar muhteşemdi. İki adrenalin
bağımlısı, koridorun ortasında riskli seks yapmışlardı. Birlikte mükemmellerdi.
Tom'un sevgiye ihtiyacı yoktu. Bu daha iyi ve daha basitti.
Tom bir kitap yığınını Odaya doğru havaya kaldırdı. Harry çoktan oradaydı,
Tom'un yakın zamanda edindiği yeni masanın yanında oturmaktaydı. Bir şeyler
yazıyordu. Mektup gibi görünüyordu ki bu garipti çünkü Harry'nin mektuplaşabileceği
kimsesi yoktu.
"Ne yapıyorsun?" diye sordu Tom, yığını masanın üzerine
bırakarak.
"Seni ilgilendirmez," dedi Harry, yazıyı gizlemek için elini
mektubun üstüne koyarak, sanki bu Tom'un daha da fazla ilgisini çekmeyecekmiş
gibi.
Tom, Harry'nin açık parmaklarının arasını okumaya çalıştı. Sadece ilk iki
kelimeyi görebilmişti ama bu yeterliydi.
Sevgili
Walburga.
Tom göğsünün içinde rahatsız edici, neredeyse acı veren bir şey hissetti.
"Bir daha ona yazmayacaksın," dedi beyninin algılayabileceği bir
hıza ulaşmadan kısık bir sesle.
Harry homurdandı ve gözlerini devirdi. "Pekala. Neden umursuyorsun?"
diye sordu, elini çekti. Tüy kalemini siyah mürekkebe batırdı ve yazmaya devam
etti.
Tom cevap veremedi çünkü gerçekten
bilmiyordu. Black'ten neden kurtulduğundan bile emin değildi ama Harry'nin
mektuplarına "sevgili Walburga" diye
başlamasını düşündüğünde aklı öfkeyle doluyordu. İkisinin birbirlerine iğrenç derecede tatlı mektuplar göndermesi
fikrine dayanamıyordu. Harry'nin onun aptalca şakalarını okuduğunda yumuşakça
gülmesi fikrine.
Harry'nin tüy kaleminin altından mektubu
aldı ve ikiye ayırdı. Net düşünemiyordu, sadece onu yok etmesi gerektiğini
biliyordu. Onu yok etmesi gerekiyordu .
"Ne oluyor yahu?!" diye bağırdı Harry.
"Ona bir daha yazmayacaksın," diye tekrarladı Tom, sesi alçak ve
tehlikeliydi. "Eğer hayatını mahvedebileceğim daha kaç farklı yolunu
görmek istemiyorsan."
"Sana ne yaptı ki?!" diye sordu Harry ve durdu. "Bekle,
'daha fazla' derken neyi kastediyorsun? Ona bir şey mi yaptın?"
"O benim yoluma çıkıyordu"
"Nasıl?!" diye bağırdı Harry, sandalyesi devrilecek kadar hızlı
ayağa kalkmıştı. "O sadece bir kız, adını bile zar zor biliyorsun! Ne
yaptın?!"
"Kendimi sana açıklamak zorunda
değilim. Ona yazmayı bırak yoksa onu mahvederim ," dedi Tom, mektubun parçalarını havaya fırlatıp ateşe verdi.
Yere düşmeden önce küle dönüştü.
Harry ona inanmaz gözlerle baktı. "Bunu yapamazsın." Gözleri
ıslaktı ve dudaklarını büzmüştü.
"Seçim senin," dedi Tom. Arkasını dönüp uzaklaşırken kafasında
kanın hücum ettiğini hissedebiliyordu.
O bir dikkat dağıtıcıydı. Ondan kurtulması gerekiyordu.
Harry bunun üstesinden gelecekti.
Sonraki gece Tom haftalarca, hatta belki aylarca ilk kez Voldemort'u
rüyasında görmüştü. Bunun da diğerleri gibi bir anı olduğunu biliyordu—öncekiyle
aynı gerçekçi his vardı. Ama farklıydı.
Tamamen yalnızdı, hiçliğin içinde yüzüyormuş gibi. Sanki yaşamla ölüm
arasında sıkışmış, bir şey arıyormuş gibi.
Açlık, kör edici öfke ve çaresizlik vardı ve sıcak Akdeniz ormanlarının
parıltıları vardı. Alışılmadık bir çaresizlik hissi vardı.
Tom uyandı. Harry orada olmasaydı, bunun onun anısı olduğunu anlayamazdı.
Harry bunun üstesinden gelememişti. Tom'la konuşmayı reddetmiş ve Oda'yı
ziyaret etmeyi bırakmıştı. Kendi ödevlerini yapmaya başlamıştı ve zamanının
çoğunu ya yalnız ya da Avery ile geçiriyordu.
"Harry ile Savunmada birlikte oturacağım," dedi Tom bir sabah
sınıfa yürürken Avery'ye. Harry muhtemelen sınıfta bekliyordu—Tom yanına
oturduktan sonra kahvaltının ortasında ayrılmıştı.
Avery ona soru sormadı, sadece ona hafifçe şaşkın bir şekilde baktı ve
başını salladı. Bir gün iyi ve güvenilir bir takipçi olacaktı.
Harry arka sırada oturuyordu. Tom, Merrythought derse başlayana kadar Malfoy
ve Rosier'in yanında dolaştı ve Harry'nin kaçması için çok geç olduğunda onun
yanına oturdu.
Harry ona saf nefretle baktı. Tıpkı Hogwarts'a ilk geldiğinde yaptığı gibi.
Ne kadar nostaljikti. Ve biraz da tahrik ediciydi.
Tom onu görmezden geldi ve çantasından eşyalarını çıkardı, kitaplarını,
mürekkebini ve tüy kalemini masanın üzerine düzgünce koydu. Boş bir parşömen
kağıdı aldı ve not almaya başladı.
"Artık bunu atlat artık," dedi bir süre sonra sessizce.
Harry ona dik dik baktı ve Tom'un mürekkep hokkasını alıp yere fırlattı.
Parçalandı, mürekkep ve cam her yere saçıldı.
"Üzgünüm profesör, mürekkep hokkam düşmüş gibi görünüyor," dedi
Tom yüksek sesle. "Ben temizlerim."
Tom asasını alıp ortalığı temizledi.
"Çocuklaşma” dedi ve Harry'nin mürekkebini ödünç aldı.
Üzgünüm dememişti çünkü Harry o kelimeyi kullanmasından hoşlanmıyordu. Ama
başka ne söyleyebileceğini de bilmiyordu.
"Arkadaşımın hayatını mahvettin," dedi Harry dişlerinin
arasından.
" Hayır yapmadım. Bir veya iki yıl sonra zaten olacaktı.
Asla ihtiyaç duymayacağı şeyleri öğrenmek için zamanını boşa harcamış olurdu.
Burada bebek fabrikası olmayı öğretmiyorlar, " dedi Tom,
eğer birileri dinliyorsa diye.
"Vurmadan
önce KONUŞMAYI BIRAK, " diye tısladı Harry.
En yakındaki öğrenciler onlara bakıyorlardı, ama Harry fark etmemişti.
Öfkeli bir yılan gibi tısladığını fark edemeyecek kadar heyecanlıydı.
" Kuralları ben koymuyorum. Tüm bu rahatsız edici
saçmalıklar için ailesini suçlayabilirsin. Aslında bu benim hatam bile değil,
bu yüzden unut gitsin. "
" O zaman bu kimin suçu? " diye sordu Harry, biraz sakinleşerek. Umutlu geliyordu, sanki
Tom'un aniden vicdan sahibi olduğuna inanmak istiyormuş gibi.
" Prewett'in okulu bırakmasının sebebi bu. Sadece bir
mektup yazdım ve artık bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yok."
" Ona yazmama izin ver! Böylece en azından bir arkadaşı
olur! "
" HAYIR. "
" NEDEN?! " Harry ellerini masaya
vurarak hızla ayağa kalktı, sandalyesi zemine çarparak gıcırdadı.
"ÇOCUKLAR!" diye bağırdı Merrythought.
Tüm sınıf artık onlara bakıyordu, dehşete düşmüş profesör de dahil. Harry
etrafına baktı, tuzağa düşmüş gibi, bir basilisk tarafından yenmek üzere olan
bir tavşan gibi.
"Mirasınızla gurur duyduğunuzu görmek güzel, ancak sınıfımda
rahatsızlık yaratamazsınız. İkinize de iki saat ceza! Bu gece!"
Merrythought yüzünde gergin bir ifadeyle devam etti.
Harry oturdu, yüzü utançtan kızarmış bir şekilde özür diledi. Tom
konuşamayacak kadar sinirliydi ve sadece sertçe başını sallamıştı.
Gözaltı
cezası almıştı . İnanılmazdı.
Saçlarını düzeltti ve ona kocaman gözlerle bakan yakındaki Hufflepuff'a dik
dik baktı. "Ne?" diye bağırdı, bu da onun irkilmesi ve sandalyesini daha
da sürüklemesine neden oldu.
İtibarı gözlerinin önünde yerle bir oluyordu.
Tom, gözaltı için geldiğinde, Harry çoktan profesör Merrythought'un
ofisinin önünde duruyordu. Kolları göğsünün önünde sıkıca çaprazlanmış ve
gözleriyle duvara bir delik açmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. Tom mesafeyi
koruyarak koridorun diğer tarafında durdu.
Merrythought onları kupa odasına götürdü. Zeminin ortasında bir yığın
temizlik malzemesi vardı.
"Hayal kırıklığına uğradım, Bay Riddle. Ama siz bir sınıf başkanı
olduğunuz ve bu sizin ilk gözaltınız olduğu için, sürekli gözetim olmadan
uyumlu davranabileceğinize güveniyorum. Benim
yapmam gereken başka şeyler var," dedi öğretmen.
"Evet, profesör. Daha önce yaptığım şey için özür dilerim. Bir daha
olmayacak," dedi Tom.
"Siz de katılıyor musunuz, Bay Potter?" sordu öğretmen keskin
bakışlarını Harry'e çevirerek.
"Evet," diye mırıldandı Harry. Otoriteyle ilgili bir sorunu var
gibi görünüyordu. Tom'un da vardı ama en azından oyunculuk yapabiliyordu.
"Bu odadaki her bir kupayı temizleyeceksiniz. İki saat sonra geri
geleceğim. Sihir yok. Sorusu olan?"
"Yok, profesör," diye gülümsedi Tom ve bir sünger aldı.
Merrythought onları yalnız bıraktı ve kapıyı arkalarından kapattı.
Harry etrafına baktı ve iç çekti. O da bir sünger aldı ve Tom'dan en
uzaktaki büyük altın Quiddich kupasını ovalamaya başladı.
Tom, ellerinin kirlenmesinden hiç memnun değildi. Büyünün kullanımını
yasaklamak kesinlikle saçmaydı. Kupalar kirli bile görünmüyorlardı. Onları
temizleyip temizlemediklerini nasıl biliyorlardı? Odanın etrafında bir tür tespit
büyüsü hissetmeye çalıştı ama hiçbir şey bulamadı.
Tom küçük bir kupa aldı ve akşamın geri kalanında onu temizlemeye karar
verdi, böylece Merrythought onları erkenden pusuya düşürmeye karar verirse
meşgul gözükebilirdi.
Bir saat sessizlik içinde geçti, ama sonra Tom sıkıldı.
"Black'i seviyor musun?" diye sordu. Sadece bilmek istiyordu.
Harry ona dik dik baktı. "Elbette onu seviyorum, o benim
arkadaşım!" diye bağırdı ve kupayı sertçe rafa çarptı.
"Kastettiğim bu değil, Harry," dedi Tom, başını eğerek ve
kaşlarını kaldırarak.
Harry ovmayı bırakıp hareketsizleşti.
"Ne oluyor? Sana daha önce eşcinsel
olduğumu söylediğimden oldukça eminim - eğer kanıta ihtiyacın varsa, bunu
yaptığımda yüzümde lanet olası bir sperm olduğunu hatırla!" diye bağırdı
Harry.
Bu iyi bir noktaydı. Ama bunu çok çabuk anlamış gibi değildi, bu yüzden
birdenbire her ikisinden de hoşlandığını fark etmiş olabilirdi. Ve zaten her
zaman yalan söylüyordu, özellikle de konu seks olduğunda.
"Pek güvenilir biri değilsin," dedi Tom.
"Tanrı aşkına. KISKANIYOR MUSUN?" Harry inlerken ellerini yüzüne
bastırdı.
Tom hiçbir şey söylemedi.
Harry iç çekti ve duvara yaslandı, yere oturana kadar yavaşça aşağı kaydı.
Başını geriye yatırdı ve gözlerini kapattı.
"Onu o şekilde sevmiyorum. Onu o
şekilde sevmeyeceğim . Sadece bir arkadaşa ihtiyacım var."
"Avery var"
"Yani, parmağında oynatmadığın bir arkadaşa. Avery’den hoşlanıyorum
ama hangimizi seçeceğini bilmediğini iddia etme."
Tom buna itiraz edemezdi. Harry her şey hakkında çok şey biliyordu. Bazen
onu manipüle etmek gerçekten zor oluyordu.
"Tamam. Ona yazabilirsin," dedi Tom. Sonuçta merhametli ve
şefkatli olmayı biliyordu. En azından onu etkilemediği zamanlarda.
"Teşekkürler. İznine ihtiyacım yok," dedi Harry ayağa kalkarken.
"Bana sahip değilsin."
Tom kavga edemeyecek kadar yorgun olduğundan fikrini kendine sakladı.
"Eğer yeterince açık değilse, senden nefret ediyorum ve bir daha ona
zarar verirsen seni öldürürüm," diye tehdit etti Harry ve öfkeyle altın kupayı
silmeye başladı.
Bu o kadar boş bir tehditti ki ve o
kadar sevimliydi ki neredeyse Tom onu öpmek isteyecekti. Harry bir tavşanı bile zar
zor öldürebilmişti, ona asla ölümcül bir şey yapamazdı. Tom çok sevimliydi,
Harry inkar etse bile.
"Biliyorum," dedi yine de.
Uzun bir sessizlik oldu, ta ki Harry tekrar ağzını açana kadar.
"Prewett ne yaptı?"
"Kendisine ait olmayan bir şeye dokundu ve bunun için gönderildi. Ya
da belki öldürüldü, Black’ler delidir," dedi Tom, biri onun malına dokunsa
kendisi de aynısını yapardı.
"Bu ne anlama geliyor?"
Tom gözlerini devirip Harry'e baktı. "O Walburgayla sevişti,"
diye heceledi.
"Ah. Yani ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı sorduğunda..."
Harry bir aptaldı ve her şeyi yanlış anlıyordu, bu da bazen inanılmaz
derecede kolay oluyordu.
"Evet, sadece aşırı korumacı Black ailesi tarafından öldürülmeni
engellemek istedim. Sen benim için faydalısın ve henüz ölmene izin
veremem."
"Neden bunu doğrudan söylemedin?!"
Tom omuz silkti ve Harry bıkkın bir homurtu çıkardı. Tom gülümsedi ve yavaş
yavaş boyası dökülmeye başlayan kupayı ovalamaya devam etti.
Her şeyin kendiliğinden düzelmesini seviyordu.